1913 – Bir Bitlisli Kürd Bebek
- 20 Ocak 2022
- 5
Bu çeviri, rahibe Mary D. Uline’in Bitlis’ten Amerika’ya göndermiş olduğu bir mektubun içeriğine aittir. Bitlis Amerikan – Ermeni İlahiyat Kız Koleji’nde 1912’den 1915’e kadar görev yapmış Bayan Uline’nin yazdığı bu mektup, 1913 yılında The Missionary Herald adlı gazetede yayımlanmıştır. Çeviri, mektubun İngilizce aslına sadık kalınarak yapılmıştır. Bayan Uline’nin mektubunda bahsettiği yaz kampı, Bitlis’in hemen dışındaki Sindiyan Dağı’nda bulunmaktaydı. Bitlis’te varolmuş Amerikan kız kolejinin ABD’deki arşivinden temin ettiğim, 1885 tarihinde çekilmiş bu yaz kampına ait fotoğrafı da ayrıca paylaşıyorum.
Derleyen ve çeviren: Baran Zeydanlıoğlu
Musa’nın kız çocuğu çok hastaydı. Güneşli bir Ekim sabahı dağda bulunan okul kampımızdan dönerken bana kızından bahsetti. Okul başladığından beri, havanın daha temiz olduğu ve geceleri daha iyi uyuyabildiğim bu dağdaki kamp ile şehir arasında gidip geliyordum. Kürd bir muhafız olan Musa bana hep eşlik ediyordu. Güneş ışınları o kadar muhteşemdi ki, kendimi o gün alışılmadık derecede mutlu hissediyordum. Bu güzellikler içerisinde, kimsenin üzülmesi için hiçbir neden yoktu. Musa’ya uzakta ince bir sis perdesi ile örtülü olan o güzel dağlara bakmasını söyledim. Şehrin evlerinin bacalarından kıvrılarak yükselen mavi duman ile yeşilin yoğun olduğu tarafa bakarak, dağ eteklerinde yeni ekilmiş üzüm bağlarının olduğu tarafa odaklandı Musa sessizce. Zira hiçbir şey onu ilgilendirmiyordu. ‘Küçük kızım çok hasta’ dedi birden. Onu ilgilendiren yegane şeydi çünkü bu husus.
Şehre vardığımızda, çocuğu en kısa sürede gelip göreceğimi söyledim Musa’ya. Onun bir kız çocuğuna karşı olan tutumu olağanüstü idi. Zira Doğu’da hiç kimse, kızların yaşaması ya da yaşamamasını pek umursamaz ve çok kız çocuğuna sahip olan bir baba da, kendisinin bu kadar cezalandırılmak için ne tür bir günah işlediğini düşünür.
O gün çok yoğun geçen bir gün olduğundan, Musa’nın evine ancak gün batımından sonra gidebildim. Başka bir muhafız olan Krekor da benimle oraya geldi. Üstü başı yırtıp pırtık olan bir çocuk, küçük bir kızın öldüğü haberini bağırarak koşar adımlarla sokaktan geçti. Birkaç taş basamak çıktıktan sonra dar bir avluya girdik ve orada, tek odalı olan evin dışarısında, bazı kadınlar küçük bir beden üzerine su atıyorlardı. Çocuk herhangi bir Amerikan bebeği kadar beyaz ve o kadar da tatlıydı. Cansız bebeğin yüzündeki gülümseme o kadar tatlıydı ki, onun artık ölmüş olduğuna inanamıyordum. Bu küçük bedeni düzgün bir şekilde yerleştirmeyi ve üzerine ince beyaz bir elbise giydirmeyi çok isterdim, ama böyle bir şey söz konusu olmazdı, zira burada duyulmamış ve alışılmadık bir çıkış olurdu bu. Onun yerine, bebeğin vücudu kalın bir bezle dar bir tahtaya sıkıca sarılarak, koyu bir şal ile de örtüldü. Adı Mazzes olan bu küçük bebek Kürd olduğu için, bir imam çağırıldı.
Yerde yatan cansız küçük bedenin yanına gelen imam, kollarını açarak büyük bir içtenlikle Allah’a dua ederek, çocuğun ölümünün Allah’ın bir takdiri olduğunu söyledi. İmam geldiğinde tüm kadınlar içeri girerken, ben, Musa, Krekor ve diğer erkeklerle birlikte dışarıda kaldım. Duadan sonra, çocuğun annesi ve Musa’nın sekiz yıllık eşi olan geç kızın yanına gitmek için, ben de evin içine girdim. Bu genç kadın on beş veya on altı yaşından büyük olmayan saf bir çocuktu aslında. Kürdler arasında bebeklerin sözlendirilmesi ve çocukların da erkenden evlendirilmesi çok yaygındır. Birkaç dakika içeride yerde oturduktan sonra tekrar avluya çıktım.
Mazzes’in ölümünün üzerinden yirmi dakika bile geçmemişti ki, her şey bitmiş ve onun gömülmesi hazırlığına karar vermişlerdi. İmam, o küçük bedeni yerden kaldırıp kısa bir mesafe boyunca taşıdı. Musa, Krekor, Musa’nın yaşlı ve nazik olan Kürd babası ve ben de takip ettik onları. Çocuğu mezarlığa götürüyorlardı. Daha doğrusu devrilmiş mezar taşları ve kemiklerle dolu olan tepeye, ki bu tür alanlara Türkiye’de mezarlık diyorlardı.
Birkaç dakika yürüdükten sonra, küçük bir çarşıya ulaştık ve oradan kürek taşıyan üç adamı da alıp devam ettik. Bu adamlar cenazeyi izleyen küçük topluluğumuzun önünde yürümeye başladılar. İmam, küçük ölü bebeği Musa’ya verdi ve o da kendi çocuğuna ait olan bu bedeni, yolun geri kalanını kısmı boyunca taşıdı. Hava kararmıştı. Şehrin ışıkları, ki Sultan’ın doğum günü kutlama ışıklarıydı bunlar, tepedeki mezarın kazılacağı yerin kasvetini daha da kapkara bir hale getiriyordu. Bu durum, bizlerin Amerika veyahut diğer başka uygar toplumlardaki çocuk cenazesi defnetme merasimlerimizle kıyaslanınca, o kadar acıklı ve hazin bir durum olarak kalıyordu ki. Tek bir çiçek veya ona benzer herhangi bir renkliliği andıracak bitki dahi getirilmemişti bu zavallı Müslüman bebek Mazzes için. Fakirlik içerisinde yaşayan bu toplumlar için, böyle durumlarda bir tabutun olmasını düşünmek dahi lüks olurdu.
Derleyen ve çeviren: Baran Zeydanlıoğlu
Bitlisname kaynak gösterilmeden yayımlanamaz