Geçmişte bir yazımda şöyle demiştim: “Birçok ülkeyi ve halkı bünyesinde barındıran Osmanlı İmparatorluğunda 900 dolayında divan şairi gelmiş geçmiş. Antoloji ve ansiklopedi niteliğindeki 30 dolayında eserde adıgeçen yüzlerce divan şairinden ancak küçük bir bölümü kendi ülke sınırlarını aşıp, başka halklar arasında yaygınlaşabilmiş ve bugünlere ulaşabilmişler.

Mehmet BAYRAK

Bu kategoriye girip divan şiirinin seçkin isimleri arasında yeralan ve adları bugün de bilinen şairlerden üçü de, Kürt kökenli Fuzûlî, Nef’î ve Nabî’dir” (1)

Bu yazımızdaysa, eski kaynaklarda yedi dil bildiği ve altı dilde gazel söylediği belirtilen ancak buna rağmen günümüzde pek bilinmeyen Şükrî-i Kürdistanî  veya diğer adıyla Şükrî-i Bidlisî’ ye değinmek istiyoruz.

Ancak ona geçmeden, geçmişte Kürt şiirine ve l6. yüzyıldaki dönüşüme değinmekte yarar var.

Geçmişte Kürt şiiri

Kürtler arasında yaygınlığı bulunan Zerdüştî, Manî ve Yezdanî dinlerinin kitap ve kimi yazılı metinleri bir yana bırakılırsa; bugün elde bulunan Kürt edebiyatının ilk yazılı metninin 7. yüzyıla dayanan bir şiir olduğu biliniyor.

Bir deri üzerine yazılan, yazarı bilinmeyen, Orta Kürtçe ile ve ideogramlı Arami alfabesiyle yazılan bu şiirde; İslam/ Halife ordularının, Zerdüşti Kürt toplumu üstündeki yıkımı anlatılır. Şiirin yazıldığı dönem, Halife Ömer’in Kürdistan’daki zulmüyle çakışmaktadır.

Bugünkü Türkçeyle şiirin çevirisi şudur:

Yıkıldı tapmaklar, söndürüldü ocaklar, yücelerin yücesi gizledi kendisini. Zalim Araplar yaktı yıktı tüm köyleri Şehrizur’a kadar. Kaçırıldı kadınlar ve kızlar. Cesur olanlar yatıyor kan içinde. Yasak artık Zerdüşt’e inanmak, Ahura Mazda yardım etmiyor kimseye.

Bugün tüm eserleri elimizde olmasa da, 16. yüzyıla gelinceye kadar eserlerini doğrudan Kürtçe yazan birçok şaire ve yazara rastlıyoruz. (2) 9. Yüzyılda yaşamış olan Bassam-ı Kurdî, 10. yüzyılda yaşamış Pir Şariar ve Giylanî, 10. yüzyılın sonu ile 11. yüzyılın başlarında Baba Tahir Üryan ile Ali Termukî (Teremaki), ll. yüzyılda yaşamış Ali Hariri, Kürt şiirinin bilinen ilk temsilcileridir. 16. yüzyıla gelmeden şiirlerini Kürtçe yazan üç önemli isim de Ehmed Melayê Batê, Feqê Teyran ve Meleyê Ciziri’dir.

İslamiyetten sonra ilk Kürtçe şiir yazanın, Belulê Mahid olduğunu söyleyenler de vardır. (3)

İslamiyetten sonraki Kürt edebiyatı konusunda şu görüş egemendir: “İslamiyetten sonra her ne kadar bazı engellemeler olsa da Kürdistan coğrafyasında Kürt edebiyatında önemli eserler, edebiyatla uğraşan önemli şahsiyetler ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte Doğu Kürdistan’da Kürtler, kendi dilleri dışında Fars diline de büyük hizmetler yapmışlardır. Kürtler, Farsça birçok kitap kaleme almışlar ve bu konuda adeta uzmanlaşmışlardır. ” (4)

Melik Şaraye Bihar adlı Kürt şairinin, islamiyetten sonra Fars dilinde ilk şiir yazanlardan birisi olduğu söylenir Bunun, Farsça yazan ilk Kürt şairi olduğunu kesin olarak bilmesek de, 1140-1202 yılları arasında yaşamış olan Kürt kökenli Nîzamî-i Gencevî’nin Fars edebiyatının temellerini atan başlıca şairlerden biri olduğunu biliyoruz.

Farslar’ın Pers, Türklerin Azeri veya Türk olarak tanıttıkları İran edebiyatının bu büyük şairi, en önemli eserlerinden olan Leyla ile Mecnun mesnevisinde, “Kürt” olduğunu açıkça vurgulamaktadır:

Öldü işte Kürt köyünde doğan anam, Dünyadaki herkes bu yoldan gidecek (5)

Edebiyat tarihçisi Agah Sim Levend, Nizamî’nin eserlerini Farsça olarak vermesini şöyle değerlendirmektedir: “Şaire eserini yazdıran kendi çevresidir. Nizamî’nin yetiştiği çevre göz önüne getirilirse, Fars diliyle konuşulduğu ve İran edebiyatının sürümde olduğu bir yerde, Nizamî gibi büyük sanatçıların eserlerini Farsça yazması o devirde çok doğal görülür” (6).

Azerbaycan/ Kuzey Kürdistan eksenindeki Gence’de doğduğu için, (Genceli Nizami) anlamında Nizamî-i Gencevi adıyla tanınan şair, İran edebiyatının temel taşlarından biridir. Gerçekte, eserleriyle İran edebiyatının gelişmesinde en büyük rolü oynayan sanatçıların başında geliyor. Nizamî’nin, yalmz İran edebiyatında değil, Osmanlı edebiyatında da özellikle Mesnevi tarzının gelişmesinde büyük katkısı olmuştur. Başta Osmanlı Divan Edebiyatının Kürt kökenli en büyük şairi Fuzûlî olmak üzere birçok şair, beş mesnevi yani manzum hikayeden oluşan hamse türünde onu izlemişlerdir. Sözgelimi İslami edebiyatta Leyla ve Mecnun hikayesini ilk kez mesnevi tarzında kaleme alan odur.

Bilindiği gibi Leyla ile Mecnun, Arap, Fars, Osmanlı ve Kürt edebiyatlarında çok kişi tarafından kaleme alınan ünlü bir destandır. Destan, Osmanlı divan edebiyatında Leyla vü Mecnun adıyla geçer. Salt Osmanlı divan şiirinde 25 dolayında Leyla vü Mecnun mesnevisi bulunuyor. Ancak bunların en ünlüsü, Fuzuli’nin eseridir. Aynı konuyu Osmanlıca mesnevileştiren bir başka Kürt kökenli şair ise Diyarbekirli Halife’dir. Bu ünlü aşk destanının klasik Kürt edebiyatındaki en son örneklerinden biri Şex Mehemed Can’a aittir: Leyl û Mecnûn, İsveç, 1992

Nizamî’nin en ünlü eseri olan Hamse’sinde şu mesneviler yer alıyor: 1- Mahzenü’ 2- Esrar, 3- Husrev ü Şirin, 4- Leyla vü Mecnun, 5- Hefi Peyker, 6- Îskender-name (İkbal-name ve Şerefname).

Fuzuli başta olmak üzere birçok Osmanlı divan şairi ondan etkilendiği ve ilham aldığı gibi o da İskender-name mesnevisinde, Yunan edebiyatının Pseudo Kallistenes’ inden etkilenmiş ve yararlanmıştır.

Nizamî ile bir akım haline gelen mesnevi tarzı ve özellikle iki kişilik aşk motifi, Haçlı Seferleriyle birlikte Batı edebiyatını da etkilemiş ve başta Romeo ve Jülliet olmak üzere birçok esere ilham kaynağı olmuştur.

Nizamî’nin “Penç Genc ” yani (Beş Hazine) adını verdiği mesnevilerinin benzerini yazmak, bütün Divan şairlerinin başlıca hedefi olmuştur. Örneksenen ve Osmanlıcaya en çok çevrilen Kürt kökenli İranlı şair Nizamî olmuştur.

Nizamî’nin üstünde bu denli durmamızın nedeni, onun Fars edebiyatına kazandırdığı büyük prestijin sonraki kuşaklan da etkilemesidir. Selçuklu Devletinde resmi dilin Farsça olmasının yanında, Nizamî gibi büyük ve parlak şairler yoluyla da Farsça moda edebiyat dili haline gelmiş ve bu süreç Safevi Devletinin kurulması ve kurumsallaşmasıyla doruk noktasına varmıştır. Öyle ki, bu dilde edebi ürün vermeyenler, gerek Safevi gerekse Osmanlı Sarayı nezdinde makbul ve önemli sanatçı sayılmamışlardır.

Bu nedenle, özellikle 16. yüzyıldan itibaren Farsça, edebiyat dili olarak Kürtçe’nin de Türkçe’nin de önüne geçmiştir. Zaten bu dile yakın olan Kürt kökenli Divan şairleri bir yana, Türk kökenli şairler de bu dile yönelmek zorunda kalmışlardır.

Divan şairi Aşık Paşa, bu yönelişi şöyle anlatıyor:

Türk diline kimseler bakmaz idi Türklere hergiz gönül akmaz idi Türk dahi bilmez idi bu dilleri Gizli yolu ol ulu menzilleri

Şair Fuzûlî, Türkçe gibi sade bir dille sanat yapılamayacağını vurgulamaktan geri kalmaz:

Ol sebepten Farisî lafzıyle çoktur nazm kim Nazm-ı nazik Türk lafzıyle düşvar olur (7)

Farsça’nın Kürt literatüründeki egemenliği yalnızca divan şiiriyle de sınırlı kalmaz. Nitekim İdris-i Bidlisî, Heşt-behişt (Sekiz Cennet) adlı manzum tarihini Selimname’sini Farsça yazdığı gibi, oğlu Ebu’l-Fazl Mehmed ile Bitlis Emiri Şerefxan da eserlerini Farsça yazarlar.

Ünlü Kürt şairi Ehmedê Xani, bu gelenekten ve modadan ayrılan önemli bir çıkıştır.

Osmanlı Yanlısı iki Yönetici ve Yazar: İdris-i Bidlisî ve Şükrî-i Bidlisî

XI.Yüzyıl, yalnız Osmanlı ve Safevi tarihi açısından değil, Kürt tarihi açısından da önemli bir dönemeci simgeler. Bu dönem, Kürt mirliklerinin Osmanlı ve Safevi yanlısı olmak üzere ikiye ayrıştığı dönemdir.

Uluslararası İslam Ansiklopedisi’ne Doğu bilimleriyle ilgili birçok madde yazan ünlü Fransız Oriyentalist C. Huart, ilgili maddede İdris-i Bidlisî ile ilgili olarak şu bilgileri veriyor: “Devlet adamı ve tarihçi Mevlana Hakim İdris-i Bidlisîy Ömer Yasir tarikatına mensup sufi Hüsameddin’in oğlu olup, önce Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ın oğlu Yakubrun yanında bir memurdu. Osmanlı Sultanı IL Bayezid’in zaferi dolayısıyla gönderdiği mektuba verdiği cevap, Sultan’ın Bidlisî’yi sarayına devatini gerektirdi; Bidlisî orada Selim’in hizmetinde kaldı. Selim’in İran’a karşı seferinde ona refakat etti ve Selim namına Kûrdistan’ı zaptetti. Bir Kürd ordusunun başında İranlılar’ı mağlup ederek Mardin’i ele geçirdi; Ruha (Urfa) ve Musul’un Osmanlı’ya katılmasında aktif bir rol oynayıp; ülkenin içişlerini güçlü esaslara bağlayarak yeniden düzenledi. Sultan’ın adına Hısn-Keyfa’yı Eyyubi Halil’e bağışladı. Mısır’ın fethinde de bulundu ve Selim’i kutlamak amacıyla yazdığı bir kasidede, ona çeşitli tavsiyelerde bulundu. 1520’de Selim’in öldüğü yıl o da vefat etti. Îdris-i Bidlisî, ilk sekiz Osmanlı padişahı hakkında 80. 000 beyitlik Farsça manzum Heşt-behîşt adlı bir tarih bıraktı. ” (8)

Başlı başına bir inceleme konusu olan İdris-i Bidlisî’ye ilişkin şu birkaç kısa bilgiyi de eklememiz gerekiyor. İdris-i Bidlisî, Akkoyunlu Sarayında “münşi” yani yazışmaları sürdüren memur olarak görev yapar. Bazı kaynaklar, onun, Şah İsmail’in Azerbaycan’ı fethetmesi üzerine, Şiîlikle olan çelişkisi dolayısıyla oradan uzaklaştığını ve inanç olarak kendisine daha yakın bulduğu Osmanlı Sarayına yanaştığını belirtirler. Kuşkusuz bunda, büyük gerçek payı vardır. Bu nedenle o, bazı tarihçilerce mandacı olarak nitelendirilmekte, bazılarınca da Kürtler’in özerk statülerini Osmanlı nezdinde meşrulaştıran büyük bir devlet adamı olarak değerlendirmektedirler. Oysa Kürt mirlikleri zaten muhtar konumdaydılar. Ehmedê Xani’nin daha sonra vurguladığı özerk ve özgür statü korunsaydı, Kürt mirlikleri doğrudan Osmanlı’nın yanında taraf olmayacak, dolayısıyla Osmanlı ve Safevi Devletlerinin tepişme ve talan alanı haline gelmeyecekti. Bu nedenle, İdris-i Bidlisî’nin önayak olduğu bu yeni statü, İslami ortak bileşkenin yolaçtığı ve etkilerini bugün de yaşadığımız yeni bir bağımlılık ve yıkım süreci başlatıyordu. lşte Ehmedê Xani’nin isyan ettiği yeni süreç buydu…

İdris-i Bidlisî’nin Osmanlı yanlısı ve Farsça yazılmış şu iki eseri biliniyor daha çok: Heşt-behişt ve Selimname. Bazı kaynaklar, onun II. Bayezid’e sunulmuş bir eserini daha veriyorlar: Münazara-i Savm u İd. (9)

İdris-i Bidlisî’nin ilk iki eseri de, sonradan oğlu Ebu’1-Fazl Mehmed Efendi tarafından tamamlanıyor. O da babası gibi çeşitli yöneticiliklerde bulunuyor ve çeşitli eserler yazıyor. Babasının eserlerine yazdığı ekler dışında, Yavuz Sultan Selim için Kudumiyye adlı bir kitapçıkla, insanlığın yaradılışından Kanuni dönemine kadar uzanan genel bir tarih yazıyor. Bazı tarihçiler onun, babasının Selimname’ sinden yola çıkarak yeni bir Selimname yazmış olduğunu kabul ederler.

Bu nedenle, Bidlisî ve oğlu, Osmanlı literatürünün iki önemli tarihçisi olarak kabul edilir. (l0)

İdris-i Bidlisî’ye birçok yönüyle benzeyen “şair-tarihçi” lerden biri de, asıl konumuzu oluşturan hemşehrisi Şükrî-i Bidlisî veya Şükrî-i Kürdistanî’dir. O da Bidlis’in mahalli beylerindendi. O da önemli bir öğrenim gördü ve Osmanlı’da çeşitli görevlerde bulundu.

Önce Dulkadır beyi Şahsuvaroğlu Ali Beye, o görevden alınınca da yerine geçen Haliloğlu Koçi Beye kapılandı. Her ikisi de yazdıkları eserler karşılığı Saray’dan büyük bağışlar aldılar. Her üç Kürt yazarı da, Yavuz Sultan Selim dönemini anlatan Selimname’ ler yazdılar. Şükrî-i Bidlisî’nin oğlu Molla Şihabi de yazardır ve manzum bir Yemen Tarihi yazmıştır.

Dikkat edilirse, dönemin Kürt aydınlarınca yazılan bu “özel tarihler” in hemen tamamı manzum olarak yani şiirsel tarzda yazılmıştır. M. Fuad Köprülü, şair Fuzûlî dolayısıyla yazdığı maddede: “XVI. asırda tahsil ve terbiye görmüş Kürtler arasında Türk kültürünün kuvvetli tesiri altında Türkçe şiirler yazan şairler yetiştiğini ” belirtiyor. (ll)

Öyle görünüyor ki, Şerefxan’ın ünlü Kürt tarihi Şeref-name gibi Farsça yazılmış kimi temel eserler de gözönüne alınırsa, Kürt yazarları belki Türkçeden çok Farsça literatüre katkıda bulunmuşlardır.

Bu, herhalde o dönem Farsçanın hem egemen bir kültür dili olmasından hem de Kürt kökenli yazarların bu dili kendi anlatımlarına daha yakın bulmalarından kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi, Osmanlı divan şiirinin yüzakı niteliğindeki Kürt kökenli şairlerinden Fuzûlî, Nabî ve Nefî’nin de birçok eserleri Farsça’dır. Nefi’nin Osmanlıca ve Farsça dillerinde, Fuzûlî’ninse Osmanlıca, Farsça ve Arapça dillerinde divanları vardır. Aynca birçok Osmanlıca ve Farsça mesnevisi vardır. Yani o üç dilde divan oluşturacak derecede bu dillere hakim büyük bir şairdir.

İşte, bugün tüm örnekleri elimizde bulunmamakla birlikte, Fuzûlî’nin rekorunu kıran ve 6 dilde gazel söylemekle övünen Kürt kökenli Osmanlı divan şairlerinden biri de Şükrî-i Kürdistanî’dir.

Yeterince Tanınmayan Bir Manzum Tarihçi ve Şair: Şükrî-i Kürdistanî

Şükrî-i Kürdistanî adı, ilk kez Fuat Köprülü’nün şu değinmesinde dikkatimi çekmişti: “XVI. asırda, bir aralık, Türkçe deyince Çağatay Türkçesi, yani Nevaî lisanı anlaşılırdı: Altı dilde gazel söylemekle iftihar eden Kürd Şükrü’nün, Sultan Selim’e takdim ettiği Fabriye’sinde ‘Türki derse revan Nevaî gibi’ demesi de bundan dolayıdır.” (12)

Mevlana gibi bazı büyük şahsiyetlerin dört dilde şiir yazdığını daha önce okumuştuk. 13. Yüzyılın kültür harmanı içinde bu anlaşılabilir birşeydi, ancak l6. yüzyılda bir şairin altı dilde gazel yazması büyük bir olaydı.

Ayrıca onun “Türk ilen Türk ü Kürd ilen Kürdem/ Evde koyun u yabanda bir kurdam” söyleyişi dikkatimi çekmişti.

Bu ilgi üzerine araştırmamı yoğunlaştırmış ve eski Tezkire ve Ansiklopedi türü eserlerde şaire ilişkin şu bilgilere ulaşmıştım:

Latifi Tezkiresi’nde:

“Şükrî: Kürdistan’dandır. Yöresinde tanınmış bir şair olup pek çok konuda usta biriydi. Ama şiirleri renksiz ve hayalleri ancak sade sözdü. Bu matla onundur.

Matla:

Ağlamaktan gözlerim yaşını pür-hûn eyledin Birini ayn-ı Aras birini Ceyhun eyledin.

(Senin yüzünden ağlamaktan gözlerim kan doldu, Birisini Aras birini de Ceyhun gözesi eyledin)

Padişahımızın fetihleriyle ilgili olarak yalın bir dil ve güzel beyitlerle bir kitap yazmış, cömert kişilerin kendisiyle övündüğü merhum İbrahim Paşa vasıtasıyla Sultana sunmuş, karşılık olarak da yirmibin akçe caize almıştı. Böylece o değer sahibi vezirin yüce himmetleri eseriyle kadre ermiş idi. Aynca ulu timarla birlikte yukarıki miktar kadar merhum Paşa da bağışta bulunup, adı geçeni ihsan denizine ve lütuf okyanusuna boğmuştu.” (Sadeleştirerek verdiğimiz metnin devamında Şükrî’nin manzım-tarihini Padişaha ileten ve kendisine bağışta bulunan Makbul ve Maktul İbrahim Paşa’nın maziyetleri övülmektedir.) (13)

Kınalızade Hasan Çelebi Tezkiresi’nde:

“Kürdistan’dandır. Merhum Sultan Süleyman’ın fetihlerini nazmetmiştir. Kürd nazmının ne değerde olduğu, doğru yolu bulup o yolda yürüyenlerin bildiği birşeydir. Bu beyt onundur:

Ağlamakdan gözlerüm yaşım pür-hûn eyledin Birini ayn-ı Aras birini Ceyhun eyledin. ” (14)

Aşık Çelebi Tezkiresi’nde:

“Kürd Şukri, altı dilde gazel söylemekle övünür. Sultan Selim’e takdim ettiği Fahriye’ si vardır. ” (15)

Künhü’l-Ahbar’m Tezkire kısmında: “Şükrî, Kürd toprağındandır. Mısır fatihi merhum Sultan Selim’in saltanat döneminde onun yönetimine ve korumasına girdi. Aşağıdaki şiirle durumunu ortaya koydu :

Bende Şükrî ki şimdi ma’zulum Padişaha kemine bir kulum Bende vardur kemal u fazl u hüner Birkaç er padişaha guş tutar Görmüşem ben hadis u tefsiri Bilmişem ilm-i fikh u ta’biri İlm-i ma’kulu görmüşem ma’kul

İlm-i menkuli görmüşem menkul Şairiem işte ortalıkda sözüm Altı dilde gazel dirin ben özüm Türki dirin revan Nevaî gibi Farisîde heman Benayi gibi Arabi söylerim veli Kürdüm Aybsuz Tanrıdur bu derhordum Ermeni dilini kemalince Bilirüm Hindi dahi halümce (….) Türk ile Türk Kürd ile Kürdem Evde koyun yabanda bir kurdam Çaların gönlüm olsa tanburu Severin hub yüzlü manzuru (…) Bulmadum ilmden bugün behre Olmışam şimdi şi’r ile şöhre (…) Monla Şükrîrnin bu manzumesi hayli vardur. . . ( 16)

Kamusü’l-A’lam’da:

“ŞükrîBey, Kürd olup Sultan I. Selim’in fetihlerini nazm etmiştir. Şu beyt onundur:

Ağlamakdan gözlerim yaşını pürhun eyledin Birini ayn-ı Aras birini Ceyhun eyledin ” (17) Keşfü’z-Zünûn’da:

“Kürd ulemasından Şükrî Bey tarafından Fütuhat-ı Selimiye nazmen inşa edilmiştir. ” (18)

Sicill-i Osmani’de:

“Şükrî Bey, Kürd ümerasındandır. I. Sultan Süleyman Han hazretleriyle Belgrad ve İran seferlerinde bulunmuştur. O asırda bu dünyadan göçtü. Şairlerden olup Fütuhat-ı Selimiye’ yi nazmen telif eylemiştir. ” (19)

Osmanlı Müellifleri’ nde:

“Şükrî-i Bidlisî; Sultan Birinci Selim’in nedimlerinden, muhtelif ilimleri bilen ve yedi lisana vakıf bir zattır. Manzum Selimname ve saire gibi eserlerin müellifidir. Oğlu Molla Şihabi’nin manzum Yemen Tarihi vardır. Selimname, 1037 (1627) tarihinde Çevri tarafindan zamanın şiir üslubuna uygun bir şekilde süzülerek ayrıca nazma geçirilmiştir. Her iki nüsha Millet Kütüphanesi’nde vardır. ” (20)

Hediyyetü’l-Arifin’de:

“Şükrü Bey, Kürtler’in ileri gelenlerindendir. Kanuni Sultan Süleyman’ın muhafız subaylanndandır. Eserleri:

1-Futuhat-ı Selimiye,

2-Tarihe ait manzumeler. ” (21)

Bazı Kürt kimlikli biyografik yayınlarda şair hakkında bilgi verilmezken, Şerefxan-ı Bidlisî’ nin Şerefname’ si ile Baba Merdux-u Ruhanî’nin Tarih-i Meşahir-i Kurd ‘unda şu bilgiler verilir:

Şerefname’de:

“Şair Şükrî, başlangıçta Türkmen beylerinin hizmetindeydi; sonra Bidlis hükümdarı Şeref Han’ın hizmetine girdi. Bundan sonra durumu değişti ve sonunda Sultan Selim Han’ın has meclisine girerek onun önde gelen nedimlerinden biri durumuna geldi. Bu yüzden, Türk Şairleri Tezkires’nin yazan Latifî-i Rumî, kendisini tezkiresinde anlatmıştir. Bu şair, Sultan Selim zamanındaki olayları üstün bir nazımla yazmış ve hazırladığı çok güzel esere de Selimname adını koymuştur. O da yine Bidlisli’dir. ” (22)

Tarih-i Meşaahir-i Kurd’da: “Şükrî-i Bidlisî, Bidlisli’dir. Alim, edip, kuvvetli bir şair ve tarihi bilen büyük bir zattır. Başlangıçta Bitlis Hakimi Şerefhan’ın hizmetinde iken sonra şairlerin yolunu takip ederek daha yüksek bir hizmette bulunması için Osmanlı Selim Han’ın hizmetine gitmiştir. Şükrî Bey, 1520 yılında vefat eden Selim Han’ın fetihlerine dair Fütuhat-ı Selimiye adında bir manzum eser bırakmıştır. ” (23)

Şükrî-i Bidlisî hakkında, gerek doğrudan gerekse özel bir tarih türü olan Selimnameler dolayısıyla Meydan larousse, Ana Britannica, Yurt Ansiklopedisi, Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi ve Yaşamları ve yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi gibi yayınlarda da birbirine benzer kimi bilgiler verilmektedir. (24), (25)

Satırbaşlarıyla Yaşam Özeti

1- Kaynaklarda kendisinden Mevlana Şükrî ve Mevlana Aşık gibi isimlerle de sözedilen Şükrî-i Kürdistanî veya Şükrî-i Bidlisî’ nin yaşamı hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır.

2- 15. yüzyılın ikinci yarısı ile 16. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı anlaşılmakladır.

3- İlköğrenimini, bugün kendi adıyla anılan Şükrîye Medresesi’nde tamamlamış, ayrıca genç yaşta Gilan ve Herat’da eğitimine devam etmiştir.

4- Kendisini yetiştirmesi sonucu 7 dil bildiği ve Türkçe, Farsça, Arapça, Ermenice, Kürtçe ve Hintçe şiirler yazdığı bilinmektedir.

5- Önce IV. Bidlis Emiri Şerif’in hizmetine girmiş, Yavuz Selim’in tahta çıkışı dolayısıyla İstanbul’a giderek, Padişaha bir kaside takdim etmiş ve onun özel meclisine girmiştir.

6- Yavuz tarafından, yarı müstakil olarak Dulkadırlı Türkmen beyliğine tayin edilmiş olan Şehsuvaroğlu Ali Bey’in hizmetine girmiş ve Ali Bey’e hocalık yapmıştır. (25) Kendisi eserinde kadılık ve müderrislik yaptığını belirtmektedir.

7- Bugün elimizdeki en önemli eseri olan Selimname’ sini 1521’de tamamlamış, ancak daha sonra yeniden gözden geçirerek 1530’da Veziriazam İbrahim Paşa aracılığıyla dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman’a takdim ederek, her ikisinden de ödüller almıştır. Eser, geniş bir girişten sonra Yavuz’un Trabzon valiliği ile başlar ve Kanuni’nin tahta çıkmasıyla son bulur.

8- Kaynaklar onun, Yavuz’un 1514’deki İran seferiyle, Kanuni’nin 1521’deki Belgrad ve 1522’deki Rodos seferine de katıldığını bildirirler. (27)

9- Eser, Yavuz Sultan konusunda çok önemli bir özel tarih olmasının yanında, o zamanki Kürdistan coğrafyası ve yerleşim merkezleri açısından da önemli bir kaynak durumundadır.

10- Öneminden dolayı eser, 1620’de Çerkezler katibi Yusuf tarafından nesre çevrildiği gibi, Azmizade Mustafa (öl. 1622) ve 1627’de şair Çevri tarafından yeniden düzenlenir.

11- Kayseri valiliği döneminde kendisini doğrudan tanıyan tarihçi Ali, kendisine bir de Kanuni Süleyman’ın yaşamını ve saltanat yıllarını anlatan bir Süleymanname yazması emrolunduğunu, fakat bunu yazmaya fırsat bulamadan öldüğünü kaydeder.

Bir Özel Tarih Türü Olarak

Selimnameler

Selimname, divan edebiyatında Yavuz Selim’in saltanatını ve dönemindeki olayları konu alan manzum ya da düzyazı yapıtların genel adıdır. Daha açık söyleyişiyle “Yavuz Sultan Selim’in Trabzon valiliğinden (1509) başlayarak, önce Gürcülerle, sonra da babası ve kardeşleriyle savaşımlarından, tahta geçip Safevi ve Memluklularla giriştiği savaşlardan söz eden yapıtların genel adı”. (28)

Manzum ve mensur Selimnameler, aynca divan edebiyatında gazavatname türüne girmektedir. (29)

Divan edebiyatında, üçü de Bitlisli olan Şükrî, İdris ve oğlu Ebul-Fazl Mehmed’ın Selimnameleri dışında şu yazarların da aynı türden eserleri bulunuyor: İshak Çelebi, Keşfî, Kemalpaşazade, Celalzade Mustafa Celebi, Muhyî, Şirî, Sücudî ve Hoca Saadeddin. Bunlara, birkaç Farsça ve Arapça eser daha eklemek mümkün.

Konuya ilişkin önemli bir çalışma yapan tarihçi M. C. Şehabeddin Tekindağ, bu eserlerin önemini şöyle vurgulamaktadır:

“Bilhassa, Selim devrini idrak edip onunla birlikte seferlere katılan müelliflerin kaleme aldıkları Selimnameler, Yavuz Sultan Selim’in medhi ile ilgili manzum kısımları istisna edilecek olursa, gayet mevsuk tarihi ve edebi eserler olup, bu devir olaylarının tesbitine ışık tutmaktadırlar. ” (30)

Şükrî-i Bidlisî’nın tümüyle manzum yani şiirsel Selimnamesi, doğrudan gözleme dayandığı için ayrıca önem taşımaktadır. Bu özelliğinden dolayı sonraki tarihçilerce de kaynak olarak kullanılmıştır. Eserin, başta Topkapı Sarayı Kütüphanesi ve Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi olmak üzere Türkiye kütüphanelerinde çeşitli nüshaları bulunduğu gibi; Londra, Viyana, Upsala ve Marburg Kütüphanelerinde de birer nüshası bulunuyor.

Eserin bir yazma nüshası da özel kitaplığında bulunan A. S. Levend, Şükrî’nin eserini şöyle özetler: “Şair, kitabın başında Sultan Süleyman’ı övdükten sonra, birgün Şehsuvaroğlu Ali Bey’in Sultan Selim’den hayranlıkla bahsederek, kendisine bir Selim-name yazmasını tavsiye ettiğini, bu şevkle eserini kaleme aldığını anlatır. Eserin sonunda da, bildiği ilimleri birer birer sayarak altı dilde gazel söylediğini, türlü hüneri olduğunu yazar. Nihayet padişahın lutfuna sığındığını bildirir. ” (31)

Şükrî’nin eserinden ve diğer kimi kaynaklardan yola çıkan Tekindağ, eserin oluşumuna biraz daha detay katar:

“Mahalli beylerden biri bulunan Şûkrî-i Bidlisî, Selimname’sinin sonunda belirttiği gibi, daha gençliğinde Herat ve Gîlan’ı dolaşmış ve hemen her fende tahsilini tamamladıktan sonra son Dulkadırlı Beyi Şehsuvaroğlu Ali Bey’e intisap etmiş ve Yavuz Sultan Selim’in İran ve Mısır seferlerine katılarak büyük yararlıklarda bulunan bu Dulkadırlı Beyinin teşviki ve verdiği şifahi bilgilere istinaden mesnevi tarzında manzum bir Selim-name kaleme almıştır. Bununla beraber, Şehsuvaroğlu Ali Bey’in Ferhad Paşa tarafından Artuk-abad’da öldürülmesi üzerine, yerine getirilen Haliloğlu Koçi Bey’e kapılanan Şükrî, Selimname’sini onun bildirdiklerine göre de tashih edip yeni bir revizyona tabi tutmuş görünmektedir. ” (32)

Babinger (33) ve Flügel (34) gibi batılı bilimadamları eserin tarihi değerı üzerinde dururken; HJansky eserin hem tarihi değerine hem dil özelliklerine dikkat çeker: ‘SuItan Selim’e teşriki mesai halindeki Şükrî’nin manzum şekilde yazdığı Selimname, tarihi bilgi açısından çok zengindir ve birinci derecede bir kaynaktır. Bununla kalmayıp, aynı zamanda bir dil abidesidir. Bu eser, Rumeli, Anadolu, Azerbaycan yanında Doğu Türkçesi unsurları da ihtiva eder. Eserin dilinin çok hassas bir şekilde incelenmesi gerekir. “(35)

Jansky’nin öğrencisi A. Steidl de, Viyana’daki nüshayı esas alarak eser üzerine bir doktora çalışması yapar. (36)

Selimname’ nin daha önce bir master çalışmasına da konu olan dil özelliklerini bir yana bırakıp, özellikle Kürt coğrafyası açısından önemine değinmek istiyoruz. (37)

Selimname ve Kürt Coğrafyası

Selimname’nin Kürt coğrafyası ve yerleşim birimleri açısından önemi, konuya ilişkin özel araştırma yapanların hemen dikkatini çeken hususlardan biridir.

Esere ilişkin özel bir çalışma yapan M. Argunşah, şu vurguyu yapmaktadır:

“Selim-name, Doğu Anadolu bölgesinin devir coğrafyası ve yerleşim merkezleri için bir atlas durumundadır. Selim’in seferleri dolayısıyla konup göçtüğü bütün yer isimleri küçük teferruatlarına kadar verilmiştir. ” (38)

Eserin bu özelliğini, araştırmacı Ahmet Uğur da vurgulamaktadır: “Şükrî’nin eseri, daha önceki Selim-namelerde eksik olan detaylara sahiptir. Seferde konulan yerler ve şahıslar hakkında, eşsiz bir kaynaktır. Doğulu olması nedeniyle, Yavuz’un Iran seferinde sanki bir atlastır. En küçük yerleri ve detayları vermektedir. Hemşehrisi İdris’te bu yoktur. (39)

Yukardaki iki alıntıda da vurgulandığı gibi, Selîmname, gerek yazarının Kürt olması, gerekse olayların çoğunun Kürt coğrafyasında geçmesi dolayısıyla yer ve şahıs adları bazında Kürtler’e ilişkin zengin motifler barındırmaktadır ve bu özellikleri başlı başına bir inceleme konusudur. Gerçekten eserde Kürt, Türk, Ermeni, Gürcü, Çerkes, Pers, Arap halkları konusunda sayısız yerde vurgu yapılırken, salt Kürt coğrafyasında birçok yerde şu yer adlarıyla karşılaşırız: Amid, Anatolı, Aras, Ayıntab, Azerbaycan, Bayburt, Bidlis, Çaldıran, Çemişgezek, Dımışk, Dicle, Diyarbekir, Elbistan, Eleşkird, Erzincan, Erzurum, Fırat, Göksun, Herat, Horasan, Kemah, Kelkit, Malatya, Maraş, Mardin, Musul, Palu, Pınarbaşı, Sivas vb. Bir de başta Kızılbaş, 9 Şah İsmail ve Haydar (Hz. Ali) olmak üzere çeşitli dinsel kavramlar.

Ancak biz, çok ayrıntıya girmeden daha önce değinmediğimiz doğrudan Kürt motifli beytlerden birkaç örnek vermekle yetineceğiz:

Amid ü Mardin ü Kürdistan eri Cem olur bir Hinde gel disem beri ….. Kim meni Ekrad u Bayındır tamam Saldılar af içün ey ferhunde-nam ….. Bir gün anda tac-dar itti karar Geldi Ekrad’un beyinden bir suvar Hacı Rüstem nam bir efsürde pîr Şark şahının sülukinden habîr Erdebil Oğlu’na ta gayet enis Sürha-ser içinde Ekradra reis ….. Kürd Halid geldi ol menzilde faş Geldi ol asi veli kestûrdü baş ….. Pir Hüseyin Beg bendesine la-muhal Virdi ihsan itdi ol ferhunde-fal Öpdi el yûrûdi Kürdistan’ına

Onda gark oldu şehin ihsanına Bunda tabi oldu Kürdistan tamam Ya ‘ni Kürdistan hem oldu Rum ‘a ram (40) … Derdi etraf u cevanibden çeri Geldi Kürd’ün dahi birkaç begleri …. Beglere zamm etti Kürdistan erin Verdi sağ u sola Kürd’ün beglerin … Istimalet verdi Kürdistan’a merd Koymadı lutf ile hatırlarda gerd Cem-i Kürdistan muti oldı ana Sürha-ser kaldı buma’nadan tana …. Her taraf saldı ulaklar ol ferid Derdi Kürdistan’ı cümle ehl-i dîd …. Şah-ı Rum’un uş bu i’tasın tamam Bahş bahş etti ferid-i nik-nam Kamın aldı cümle Kürdistan u Kürd Böyle ihsan etti ol azade Kürd …. Hoş-dil oldı cümle Kürdistan eri Padişaha çaker oldı begleri (41)

Sonuç

Selimname’de doğrudan ya da dolaylı alabildiğine Kürt motifi bulunuyor, ancak biz bunları daha fazla uzatmayı gerekli görmüyoruz. Ancak onun düşünsel yapısını bilince çıkaran şu iki beyti vermekle yetineceğiz:

Hassa Kürd’em Kürd’den fazl u kemal Ehl yanında irür emr-i muhal …. Türk ilen Türk ü Kürd ilen Kürd’em Evde koyun yabanda bir kurdam. (42)

Öyle görünüyor ki şair, o dönem de varolan eleştiriler karşısında “Kürden daha Kürd” olduğunu söyleyerek kendisini savunuyor; “Türk ilen Türk ü Kürd ilen Kürd’em” diyerek, sonradan egemen olan bir anlayışa kapı açıyor…

Dipnotlar

1- M. Bayrak: “Divan Şiirinin Üç Büyük Kürt Şairi: Fuzûlî, Nefî, Nabî”, Hêvi gaz. Sayı: 28 ve Kürt Sorunu ve Demokratik Çözüm, Öz-Ge yay. Ank. 1999

2- Bu konuda daha detaylı bilgi için bkz. M. E. Zeki: Meşahir-i Kurd u Kurdistan, Öz-Ge/Apec yay. Stockholm, 1998; Prof. Q. Kurdo: Tarixa Edebyeta Kurdî, Öz-Ge yay. Ank. 1992

3- Bkz. Dr. Seit Seitzade: “Kürt Tarihi ve Edebiyatı” eserinden aktarılarak, Ahmet Şerifı: “Fars Dilinin Temelini Atanlar Kürtler’dir”, Özgür Politika gaz. 13. 4. 1999

4- Bkz. agy.

5- J. Kurdo: Kürt Kültürünün Kaynakları, Öz-Ge yay. Ank. 1992, s. 72

6- Agah Sırrı Levend: Türk Edebiyatı Tarihi, L Cilt, TTK yay. 2. bas. Ank. !984, s. 42

7- Agah Sırrı Levend: Divan Edebiyatı, Enderun Ktb. 4. bas. Ist. l984, s. 620

8- Cl. Huart: “İdris-i Bidlisi” maddesi, İslam Ans. Cild-5

9- Bkz. Mehmed Sureyya: Osmanlı Müellifleri, Cild 3, s.7

10- Bkz. Ihsan Ilgar: “Osmanlı Çağında Yetişen Tarihcilerimiz”, Hayat Tarih Mecmuası, Şubat-1972

11- Mehmet Fuat Köprülü: “Fuzûlî” maddesi, Islam Ans.

12- Aşık Çelebi Tezkiresi, varak 341 b’den aktarılarak, Prof. Dr. M. F. Köprülü: Edebiyat Araştırmaları, TTK yay. Ank. 1966

13- Kastamonulu Latifî: Tezkire-i Latifî, Ikdam Ktb. İst. l314 (1898), s. 204 ve Doç. Dr. Mustafa Isen: Latifî Tezkiresi, Kültür Bak. yay. Ank. 1990, s. 456

14- Kınalızade Hasan Çelebi: Tezkiretü’ş-Şuara, (fac.), Ank. l978, Cild-I, s. 519

15- Aşık Çelebi: Meşairü’ş-Şuara, varak 341 b.

16- Ünlü Osmanlı tarihi Künhü’l-Ahbar’ın yazarı Mustafa Ali Bey, eserinin Tezkire bölümünde Şaire ilişkin daha bir hayli bilgi vermektedir. Kendisi Kayseri Valisi iken şairi doğrudan tanımış ve Selimname’nin yazılış biçimi konusunda epeyce bilgi vermiş ve bu eserden oldukça yararlanmıştır. (Bkz. Dr. Mustafa Isen: Künhü’l-Ahbar’ın Tezkire Kısmı, Atatürk Kültür Merkezi yay. Ank. 1994, s. 233-235

17- Şemseddin Sami: Kamûsü’l-A’lam, Cild-4, s. 2864

18- Katip Çelebi: Keşfü’z-Zünûn, Cild-2, s. 1238

19- Mehmed Süreyya: Sicill-i Osmani, Cild-3, s. l55

20- Bursalı Mehmed Tahir: Osmanlı Müellifleri, Cild-3, s. 72; yeni bas. Ist. l975, 3. Cild, s. 140

21- Bağdatlı İsmail Paşa: Hediyetü’l-Arifîn, Esmai’l-Müellifîn ve Asarü’l- Musannıfîn, yeni basım, MEB yay. Ist. l951, s. 419 ve M. Çağlayan: Şark Uleması, Ist. l996, s. 285

22- Şeref Han: Şerefname (Kürd Tarihi), Türkçeye Çeviren: Mehmet Emin Bozarslan, 2. bas. Deng yay. l998, s. 280

23- Şerefname-i Bidlisî, Keşfü’z-Zünun, Hediyyetü’l-Arifîn’den yararlanılarak, Baba Merdux-u Ruhani: Tarih-i Meşahir-i Kurd, Tahran, 1364 (1945), Cild-l, s. l59

24- 1- Meydan Larousse (Sabah gaz. yay. ), Cild-18 2- Ana Britannica, Cild-19, s. 224-225 3- Yurt Ansiklopedisi, Cild-2, s. l439-1440 4- A. Özkırımlı: Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, Cild-4, s. l024

25- Şükrî-i Bidlisî’ye de yer veren aşağıdaki eserlerde daha birçok Kürt kökenli yazar ve şaire rastlamak mümkündür:

Komisyon: Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı isimler Sözlüğü, Kültür Bak. yay. l988, s. 492. Komisyon: Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, Yapı Kredi Bank. yay. Ist. l999, Cild-2, s. 596

26- Şehsuvaroğlu Ali Bey hk. bkz. Ord. Prof. Dr. I. H. Uzunçarşılı: Osmanlı Tarihi, Cild-2, TTK yay. 4. bas. Ank. l983, s. 309-310; Ismail Hami Danişmend: Izahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, Türkiye yay. Cild-2, Ist. l971, s. l7-19, 27, 33, 39, 42, 49-50, 66, 80-82, 106, 122, 124.

27- Kanuni’nin bu seferlerinin en çarpıcı ayrıntıları için, sözkonusu seferlere doğrudan katılan Genel Sekreteri konumundaki Celalzade Koca Nişancı Mustafa Çelebi’nin şu eserine bkz: Tabakatü’l-Memalik ve Derecetü’l-Mesalik, yeni bas. Askeri Mecmua Eki, 1937 (Bu yazarın Selimname’si üstüne doktora çalışması yapan A. Uğur’un, aynı yazarın bu eserini görmemiş olması ilginçtir.)

28- Bkz. Ana Britannica ve A. Özkırımlı: Türk Ed. Ans. “Selimnameler” maddeleri.

29- Şükrî’nin Selimname’ si için bkz. Agah Sırrı Levend: Gazavatnameler ve Mihaloğlu Ali Bey Gazavatnamesi, TTK yay. Ank. !956, s. 22-24

30- Prof. Dr. M. C. ŞehabeddinTekindağ: “Selim-nameler”, Ist. Ün. Ed. Fak. Dergisi, Sayı: l, Ekim-1970

31- A. S. Levend: age, s. 23

32- M. C. Ş. Tekindağ: agy, s. 215

33- F. Babinger: Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, (Çev: Coşkun Üçok), Kültür Bak. yay. Ank. l982, s. 59

34- Gustav Flügel: Die Arabischen, Persischen und Türkischen Handschriften der Kaiserlich-Königlichen Hafbibliothek zu Wien, Cild-II, Wienne, 1865, s. 229

35- H. Jansky: “Die Chronik des Ibn Tulün als Geschichtquelle über den Feldzug Sultan Selim’s L Gegen die Memluken”, Der Islam, C. xVIII, Wien-1929, s. 31’den aktarılarak M. Argunşah: Şükrî-i Bidlisî: Selim-name, Erciyes Ün. yay. Kayseri, 1997, s. VII. (Bu eser sadece 300 adet basılmıştır).

36- A. Steidl’in doktora çalışmasının bir özeti için bkz. A. Steidl: “Die Wiener Handschrift des Selimî-name von Şükrî”, Wiener Zeitsehrift tur die Kunde deş Morgenlandes, 49/1942, s. 180-233

37- Bu master çalışmasının geniş bir özeti için bkz. Mustafa Argunşah: “Şükrî-i Bitlisi, Selim-namesi ve Eserin Dili”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı: 55, Ağustos-1988

38- agy, s. 55

39- Doç. Dr. Ahmet Uğur: “Şükrî-i Bitlisi ve Selim-namesi”, Ank. Ün. Ilahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt-XXV, s. 325. Yazar, bu makalesinde Selimname’ nin bazı bölümlerini de vermektedir. Aynı yazarın, Mustafa Çuhadar’la birlikte hazırladığı eserin tamamının çevrimyazısı, İstanbul’da ISIS Yayınları arasında basıldığı halde bazı okuma yanlışları dolayısıyla dağıtıma verilmemiştir.

40- “Memalik bahş-kerden-i Selim Han be-leşkeryan ve umera-yı Kürdistan (Yani Selim Han’ın Dulkadıroğlu memleketini askerlere ve Kürdistan Beylerine bağışlaması) ara başlığını taşıyan bölümden alınan son öbekte, Kürdistan Beylerinin hemen tümüyle Osmanlı tarafına geçtiği anlatılıyor. Bugün Maraş’taki Bayazıtoğulları ailesi, o tarihte Yavuz tarafından Maraş bölgesinde mülk ve yetki verilen ailelerden biridir. Bu konuda bkz.: Besim Atalay: Maraş Tarihi ve Coğrafyası, Ist. l339; (Çevrimyazılı yeni basım), Ist. 1973. Bekir Sami Bayazıt, Kahramanmaraş’ta Bayazıtoğulları (1514-1990), Maraş, (?)

41- “In’amat-ı Muhammed Paşa be Ümera-yı Ekrad” (Yani Muhammed Paşanın Kürd Beylerine Bağışları) ara başlığını taşıyan bu bölümde; kendi ülkelerinden verilen kimi mülkler ve yapılan bağışlarla Kürd beylerinin tümüyle Osmanlıya bağlanması açıkça anlatılıyor.

42-Selim-name’nin transkripsiyonlu çevrimyazısı için bkz. M. Argunşah: Şükrî-i Bidlisî: Selîm-name, Erciyes Ün. yayını, Kayseri, 1997.