Evliya Çelebi, gezip gördüğü yerlerdeki dil, din ve etnik yapıları hiç atlamadan eserine almıştır. Seyahatnameyi çağının aynası yapan, Evliya Çelebi’ yi soyo-ekonomik tarih yazıcıları arasına sokan da bu yanıdır.

İbşir Paşa, sadrazam olarak göreve başlayınca önce kendine muhalefet edecek paşaları tasfiye etmekle başlar işe. Bunlardan birisi de Evliya Çelebinin hem akrabası, hem de hizmetin de çalıştığı Melek Ahmet Paşadır. Sürgün görevini bakalım nasıl tebliğ ediyorlar paşaya:

“ Bu tarafta, o kışın şiddetli günlerinde seksen doksan konaklık yolu geçerken çekeceği elemleri düşünen Melek Ahmet Paşa derhal telhis etmeden padişahın huzuruna çıkmaya giderken ben de yanında idim. O sırada hazreti padişah saadetle çimen sofa denilen yerde idi. Hemen paşa koşup yer öpmeden”

– “ Esselamü aleyküm, padişahım”

“deyip, dua ederek padişahın eteğini öptü. Hünkâr:

“Melek lalam!.. Sana ben Van’ı ihsan eyledim. Sekiz yüz kese tutar büyük bir eyalettir. Otuz altı sancağı, dört hükümet hanlığı, yetmiş ocak beyliği, yetmiş altı parça kaleleri var. Niçin gitmezsin?”

“Diye hitap edince, Melek Paşa:

” Evet padişahım, doğrudur. Bütün sancaklar mevcut… Fakat Kürdistan olduğundan, Van kalesinin topu altından başka yerde paşaların hükmü geçmez. Amansız serhattır. Orada valiler, aşağıdan alarak geçinirler. Beni oraya düşmanlık olsun diye atıyorlar. Sekiz yüz kese değil, seksen kese bile tutmaz bir ada yerdir. İbşir Paşa lalana, yattığı yer nur olsun, babanız İbrahim Han zamanında Van eyaleti ihsan olunmuştu. Dert, bela çekerek Van’a yollandı. Büyük alay ile kaleye gireyim derken, kale kapılarını kapatıp iki yüz kadar balyemez topları ateşleyerek, “Dört yüz adamla şehri harap mı edersin?” diye top atıp kaleye uğratmadılar. İli, vilayeti harap edersin diye de eyaleti zapt ettirmeyip kovdular.”

Daha sonra İbşir Paşa ile yüzleşen Melek Ahmet Paşa ikna edilerek yeni görev yerine gönderilir, Evliya Çelebi’de paşanın en yakınındadır ve gördüklerini yazmaya başlar. Kürt’lerle ilk olarak Sivas’ta karşılaşan Evliya:
“Sivas’ın havasının güzelliğinden, halkı buğday renkli ve dinç olur. Şehir ayanı fahire elbise, orta halliler Londra çukası ve Elvan boğası giyerler. Lisanları Kürtçe ve Türkçedir.”

Derken güçlü bir Kürt varlığından söz eder, Oysa biraz ötedeki konakta Divriği’de Rumlar’la beraber Kürt ve Türk’lerin yaşadığını dile getirir.

…………………

“ Divriği halkı Rum reayası, Türkmen, Kürt ve başka millettendir.”

………………

“Harput şehri Kürdistan hudududur amma, su ve havasının güzelliğinden yer yer civanları bulunur. Halkı Türkçe ve Kürtçe’yi güzel konuşurlar. Bütün halk Türk ve Kürtlerdir.”

Malatya’yı bir sınır olarak çizen Evliya, Osmanlı’nın iç işlerine pek de karışmadığı Kürt bölgelerini anlatmak ister.
………………

“Her yıl Newroz gününde, kanat çırpıp bütün Kürt kavimlerini bu şehrin pazarına toplamak için işaret verirmiş. Bunun için bu şehre Pertek demişlerdir.”

Görüldüğü gibi şehir adlarının Kürt efsanelerine dayandırılarak açıklanması Kürt’ lerin bu yerlerde ki eski yerleşikler olduklarına işaret ediyor. Gerçi daha sonra ilk kurucuların Hıristiyanlar olduğunu da anlatır.
………………

“Şehrin ilkK kurucusu Hıristiyanlardır. Sonra hükümdardan hükümdara geçerek, Molla İdris Bitlis’i yardımı ile Pertek Hakimi, Sultan 1. Selim’e itaat edip kaleyi Bıyıklı Mehmet Paşaya teslim etmiştir. Dizdarı, kale erleri ve cephanesi padişah tarafından değildir. Yalnız beyi hükmeder.”

Osmanlı bu bölgelere Yavuz’un ünlü doğu seferi ile gelmiş, fakat dirençli Kürt Beylerinin dağlık bölgelerdeki bağımsız hareketlerini hiç bir zaman kontrol altına alamamıştır. Ve Safevi^lerle mezhep uyuşmazlığı olan Kürt’leri Sünnilik temelinde ittifak içerisine almıştır.
……………

“Sağman Kalesi: Sağman adında bir Kürt Beyi yaptırmıştır. Abdal Han ecdadından Şeref Han’da burada hanlık yapmıştır diye söylenir.”

……………

“Kürdistan içinde meşhur olmuş, gezi yeri olan bir ormanlıktır ki, Palu beylerinin hasıdır.”

………………

“Çapakçur kalesi Kürt beylerinden halen buranın hakimi olan beyin ceddi Söhran Han fethedip oğuldan oğula geçmekte iken, 921 tarihinde Çıldır savaşından dönen 1. Sultan Selim’e itaat edip Bıyıklı Mehmet Paşa’ya kalenin anahtarlarını teslim ettiler. Onların bu itaatine karşılık padişah tarafından vilayetleri kendilerine ihsan olunmuştur ki, Kürdistan’daki dokuz ocaklık sancağının biri de bu olmuştur. Bu şehre Palu kalesinden sekiz saatte gelip Murat nehri üzerindeki büyük Çapakçur köprüsünden geçen ve Bingöl yaylasına çıkmak isteyen Halti, Çekvani, Yezidi, Zaza, Zebari, Lulu, İzoli, Şakağı ve Kiki aşiretlerinden iki yüz bin insan ile bir milyon koyun ve diğer hayvanlardan, burada bekleyen Çapakçur beyinin adamları kuş uçurmayıp, öşür vergisi alırlar. Yayladan inerken de yayla hediyesi alırlar.”

Görüldüğü gibi Öşür vergisini dahi Osmanlı’ya vermeyen bir yapıya sahip Kürt Beyleri.Bundan sonraki tüm alıntılar Kürt’lerin nasıl bağımsız yaşadıklarının kanıtlarıyla doludur. Fakat bu bağımsızlık bugün anlaşıldığı gibi bir ulusal bağımsızlıktan ziyade güçlü beylerin feodal özerklikleri olarak görünmektedir. Henüz milliyetçiliğin ufuklarda gözükmediği çağlarda başka türlüsü de beklenmemeli.
…………………

“ Genç şehrinin hakimi, 921 tarihinde Çıldır savaşından dönen 1. Sultan Selim’e kalenin yetmiş adet anahtarını teslim etmiştir. Bu güzel hizmetlerinin karşılığı olarak, şehir halkı bütün ağır yükümlülüklerden af olunup idaresi de eski beyine bırakılmıştır. Bunlara padişah tarafından gelen fermanlarda “Cenab-ı Meab” olarak hitap olunur. Böylece müstakil olan beş hükümet vardır: Cezire, Eğit, Palu, Hazo ve Genç hükümetleri. Bu Genç hükümeti ikinci derecededir.”

“ Bingöl yaylasının halkı: Zaza, Lolo, İzo, Yezidi, Hılti Çekvani, Şakai, Kiki, Bisyani ve Murki gibi Kürt aşiretleri olup, yüz binlerce hayvanları ile dağa çıkıp taze hayat bularak, Erzurum vezirine yayla hakkı verirler.”

…………………

“ Malatya, Türkmen ve Kürt şehridir. Kürt ve Türkmen lisanı üzerine konuşurlar.”

…………………

“ Kara Amid kalesi, yani Dıyarbekir beldesi: Cenab-ı Bari’nin yardımı ile Acem şahı hezimete uğrayınca, Osmanlı askeri zafer kazanmış olarak Erzurum’a girer. Bıyıklı Mehmet Paşa yüz bin askere kumandan olup derhal Diyarbekir kalesini kuşatır. Yetmiş defa hücum eder. Dağ kapısı ve Mardin kapısı taraflarında top darbelerinden kale duvarı nice yerlerden yıkılır. Gaziler yürüyüşe geçmiş iken görürler ki, Mardin tarafından çok sayıda asker geliyor. Yeni gelen askerin öncülerinden birkaç kişi, varıp orduya girerek, kumandan Bıyıklı Mehmet Paşa’ya mektuplar getirirler. Mektuplar okununca, kumandan çok sevinir ve “ Ey gaziler! Çıldır savaşında bize yardıma gelen İmadiye hâkimi Molla İdris hazretleri kırk bin askerle yine yardıma gelirmiş. O görünen askerler onlardır, hemen gelip orduyu hümayunun bir tarafına konsunlar.” Diye ferman buyurur. Kaledeki Kürtler bu hali görünce, ‘ El aman, ey seçkin Osmanoğlu’ diyerek, Diyarbekir kalesini barış ile verdiler. Molla İdris İmadiye’nin yardımı ile, sonra kale içinden bütün perişan ve çıplak Kürtler dışarı çıkıp hâkimleri ile birlikte Mardin’e vardılar; orada da duramadılar. Bu sevinçli haber Tercan sahrasında bulunan 1. Selim Han’a ulaşınca, kumandan paşaya Diyarbekir’i, Molla İdris’e de İmadiye’yi devamlı olarak verip anlaşmaları yazıldı. Onun için Rum tarihçiler, fetihnamesini ‘ Fethi-i Selim Han bedesti Ebuşşevarip Mehmet Paşa bi ianeti Molla İdris’ (Bıyıklı Mehmet Paşa eliyle ve Molla İdris yardımı ile Selim Han fethi) diye yazarlar.”

…………………………….

“Diyarbekir eyaleti hakkında Sultan Süleyman’ın Kanunnamesi: Diyarbekir üç tuğlu vezarettir. Beyi devlet tarafından tayin ve azil olunur. Amma sekiz sancağı Kürt Beylerinindir. Fetih zamanında Bıyıklı Mehmet Paşa’nın isteği ile o beylere padişah yazıları ile yurdluk ve ocaklık adı ile devamlı olarak verilmişti. Göreve tayin ve görevden alınmayı asla kabul etmezler. Beylerden biri ölünce, sancağın idaresi oğullarına veya akrabasına verilir.”

……………………

“ Rojgi denilen Bitlis Kürtlerinin lehçesi: Gerçi bunlarda eski Kürtlerdendir, ama aralarında açık seçik ve kibarca konuşurlar. Kendi kullandıkları sözler vardır ki, bunları diğer Kürtler anlayamazlar. Fakat bunlar diğer on iki çeşit Kürt dilini gayet güzel konuşurlar. Bitlis Hanı olan Abdal Han; şair, edip, yazar ve ilim sahibi bir kimsedir. Rojki kavminin özel dillerine göre nice kelimeleri toplayıp bir muhammes şiir yazmıştır. Segah makamında, semai usulünde okunur.”

Salim Aktaş;

Görüldüğü gibi dili, gelenekleri ve kendine özgü yönetim biçimiyle 17, YY da canlı bir toplum olarak resmedilen Kürt’ler daha sonra uluslaşma aşamasına göçebelik ve feodalizmin kırılamadığı şartlarda islamın da etkisiyle çok geç ulaşmanın bedellerini hala ödüyorlar. Tarihsel metinlerin, gerçeklerin ortaya çıkmasına vereceği katkı Kürt gerçeğinin Türk’ler tarafından daha iyi anlaşılmasını sağlar umarım.

Seyahatname’nin 3. Ve 4. Ciltlerinde büyük ölçüde Kürtlerden bahseden Evliya Çelebi’den yapılan alıntılar toplam yedi yüz sayfa içerisinden en can alıcı özetler diyebilirim. Daha ayrıntılı bilgiler için kitabın aslını tavsiye ederim.