Cumhuriyet döneminin en önemli Kürt ulusal hareketlerinden biri, 1925 direnişidir. Bu direniş, Kürdistan’ın ulusal bağımsızlığını amaçlayan örgütlü bir harekettir. Hareketin düzenleyicisi ve öncüsü AZADÎ’dir. Örgütün lideri de Cıbranlı Halit Bey’dir.

Tahsin Sever / Araştırma 

 
Azadî örgütlenmesi, Kürtlerin uzun süredir devam eden ve giderek artan rahatsızlıklarının sonucunda, kendisini red ve inkar edenlere karşı başkaldırılar zincirinin önemli bir halkasıdır. Azadî, kendisinden önceki olaylardan beslendiği gibi, kendisinden sonraki başkaldırılara da günümüze dek ivme kazandıran, zemin hazırlayan bir siyasal organizasyondur. Bu nedenle Kürt ulusal mücadelesi tarihine kısa bir göz atmakta fayda vardır. Kuzey Kürdistan’daki 1840-1940 yılları arasında ortaya çıkan ulusal hareketleri birbirinden ayırmak, tek tek incelemek olayın bütününü kavramaya yetmez. Olaylar silsilesi bir zincirin halkasıdır. Birini koparmak, tarihsel sürekliliği bozacağından yanlış olur.

Kürt halkı, Yukarı Mezopotamya’da Kürdistan coğrafyasının yerleşik, kadim bir halkıdır. Tarih içinde, bazen bölgenin en güçlü devletlerini kurmuş, kültürünü yaşamıştır. Sonraları güç dengelerinin değişmesiyle, başka devletlerin egemenlik alanları içinde; ancak özerk beylikler, mirlikler şeklinde yaşamışlar. Osmanlı imparatorluğu döneminde 1639’da Osmanlı-İran arasındaki Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla Kürdistan önce ikiye bölündü, daha sonra 1. Dünya Savaşı bitiminde de dörde.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Kürdistan’a üç önemli müdahale olmuştur. Birincisi 1514 Çaldıran Savaşında, sunni Kürt beyliklerinin, Şah İsmail’e karşı Yavuz Selim’in tarafında yer alması ve İdris-i Bitlisi’nin de oluşumuna yardımcı olduğu Osmanlı-Kürt yakınlaşmasıdır. Yavuz, şii Şah İsmail’e yardım eden Alevi Kürtlere yaptığı mezalim dışında, sunni Kürt beyliklerine daha geniş yetkiler, berat ve hediyeler vererek onlarla daha fazla yakınlaşmış; ancak savaş zamanlarında Kürtlerin Osmanlıların yanında savaşa katılması ve belli bir alanda vergi vermesi suretiyle, onları merkezi otoriteye bağlamış, böylece yarı bağımlı bir konuma getirmiştir.

Kürdistan’a ikinci müdahale, II. Mahmut döneminde olmuştur. Bu dönemde Kürt beyliklerinin merkezi otoriteye bağlanması, onlarda Osmanlı’ya karşı rahatsızlık ve güvensizlik oluşmuş, sonuçta Kürtler, buna karşı özerklik ve bağımsızlık mücadelesini vermişlerdir. Örneğin II. Mahmud’a karşı Botan Emiri Bedirhan Bey İsyanı ile Kürt birliğini oluşturma çabası (1840), daha sonra da Iran’da “Bağımsız Kürdistan”ı hedef alan Şeyh Ubeydullah isyanı görülür (1880).

Üçüncü müdahale ise II. Abdülhamit dönemindeki Panislamist politikasıyla, ellerinde tek müslüman halk olarak kalan Kürtleri kendilerine bağlama girişimidir.

Görüldüğü gibi II. Mahmut, Kürt beyliklerini ortadan kaldırma politikasını temsil ediyor, takipçileri de bunu devam ettiriyorlar. Abdülhamit, bu politikaları değiştiriyor, Kürtlerle savaşmak yerine onlarla dost olarak kalmak, Ruslara ve Ermenilere karşı dini yücelterek onları kullanmak istiyor.
Daha sonraları, İttihat ve Terakki, Türkiye’de eksik olan özgürlükleri kullanarak, Kürtlerin dikkatini çeker ve Kürt aydınlanmasının kendisiyle birlikte hareket etmesini sağlar.
Cumhuriyet döneminde ise Mustafa Kemal’in Kürt politikası çok daha acımasız olacaktır. Bu dönemde Mahmut ve Hamit’in politikasının toplamı, yani Kürtleri hem kullanma, hem de Kürtlüğü ortadan kaldırma yöntemleri uygulanacaktır.

İslahat Fermanı, I. ve özellikle II. Meşrutiyet (1908) sonrası aydınlama ve batılılaşmanın getirdiği haklardan, daha önemlisi mazlum milletleri özgürlüğe ve bağımsızlığa kavuşturacak, Amerikan Başkanı “Wilson Prensipleri”nden Kürtlerin de yararlanma arzusu, Kürt aydınlarında ve egemenlerinde ulusalcığın güçlenmesine sebep olacaktır. Bu ulusalcı gayelerle çok sayıda Kürt cemiyetleri, dernekleri kurulur. Kürtçe ve Kürtlükle ilgili gazete ve dergiler çıkartılır.

Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki ilk yasal Kürt örgütü, 1908’de Diyarbakır’ da kurulan “Osmanlı-Kürt Ittihak ve Teraki Cemiyeti”‘dir. Aynı yıl İstanbul’da “Kürt Teavun ve Terakki Cemiyeti”, 1918’de de “Kürt Teali Cemiyeti” (KTC) kurulur. Cemiyetin yayın organları Jin dergisi, Serbestî gazetesi, Kurdistan dergisi, Rojî Kurd, Bangî Heq ile Bağdat’da çıkarılan Kurdistandergileridir. 1919’da “Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti” ve “Kurd Hêvî Cemiyeti”, “Kürt Kadınları Teali Cemiyeti”, “Kürt Milli Fırkası” kurulur. 1920’lilerin ortasında Seyit Abdülkadir ve yandaşlarını otonomiden yana uzlaşmacı bulan ve bu nedenle “Kürt Teali Cemiyeti”nden ayrılan, başını Bedirhanilerin çektiği “Bağımsız Kürdistan” yanlısı aydınlar “Teşkilat-ı Içtimaiye Cemiyeti”ni (TIC) kurarlar.

Söz konusu bu cemiyetlerde, gazete ve dergilerde, çalışan, kurucu ve üye olan çok sayıda Kürt aydını ve yurtseveri olmuştur. Bunlardan bazıları; Seyit Abdulkadir, Dr. Şükrü Sekban, Babanzade Naim, Mehmet Ali Bedirhan, Ferit Fuat Paşa, Babanzade Şükrü, Müküslü Hamza, Mevlanazade Rıfat, Mehmet Şefik, Mehmet Mihri, Emin Ali Bedirhan, Mithat Bey, Bediüzzaman Said-i Nursi, Dr. Abdullah Cevdet, Şerif Paşa, Fuat Temo, Cerrahzade Memduh Selim, Kerküklü Necmettin Hüseyin, Abdülaziz Baban, Mutkili Halil Hayali, Prof. Babanzade İsmail Hakkı, Yusuf Ziya, Kemal Fevzi, Cemil Paşazade Kadri (Zinar Silopi) ve Ekrem, Koçgirili Alişan, Dersimli Alişêr, Dr. Nuri Dersimi vs.

Bu örgütlerin, çok sayıda şubeleri ve binlerce üyeleri olur. Bu heyecan dalgasıyla Kürt Teali Cemiyeti (KTC) döneminde bir “geçici hükümet” kurulur. Koçgiri’de bu hükümet adına bir bildiri yayımlanır. Hükümetin Şeyh-ül İslamı da Müküslü Hamza Bey’dir.[1]

Batılı başkentlerde, batılılaşma desteğiyle, Kürtlerin çoğunlukta olduğu, Erzurum, Van, Diyarbakır gibi vilayetleri kapsayan bir “Ermeni Devleti”nin kurulacağına dair plan ve pazarlıkların haberlerini alan Kürtler, kendi davalarının etrafında birleşmiş; kendilerini Ermeni tehdidi altında hisseden Kürt aydınları, varlıklarını korumak çarelerini aramışlardır. Kısaca, batılı devletler eliyle “Bağımsız Ermenistan”ın kendi topraklarında kurulacağı endişesi ve “Wilson Prensipleri”nin teşvikiyle Kürt aydınları, kurumları (dernek, örgüt, gazete, dergi vs.) Kürdistan’a taşınmışlardır.

Ancak modern bir örgütleme esasına dayalı siyasi merkezileşmeyi başaramadılar. Elbette bunun çeşitli nedenleri vardır. Kürtlerin içinde bulundukları geri koşullar, gelişmemiş toplumsal doku, aşiretler arası düşmanlıklar gibi nedenlerle, Kürtler kendi özgün yollarını yeterince çizemediler, güçlü bir toplumsal hareketi yaratamadılar.
Ayrıca, bölgede etkili olan İngilizler, Fransızlar ve Ruslar (daha sonra Bolşevikler), bırakın Kürtleri desteklemeyi, Kürtlere karşı tavır almışlar veya özlem ve taleplerine kayıtsız kalmışlardır. Araplar için söz konusu olan devletlerini kurma desteği Kürtlerden esirgenmiştir.

Kürtlerin kendi konumlarındaki bu konjöktürel yetersizlik ve dış destekten yoksunluk, Mondros Mütarekesi sonunda İstanbul Hükümeti’nin zayıflaması, işgal sonrası oluşan kaos ve siyasi boşluk nedeniyle Kürtler kısmen örgütlendiler ve güçlendiler; ancak Kemalist hareketin güç kazanması, abartılmış “Ermeni tehdidi”, Kürtlere ulusal haklarını tanıyacakları yolundaki vaatler ve usta manevralar sonucu, Kürtler; güçlü, merkezi birleşik bir ulusal hareket ortaya çıkaramamışlardır.

Osmanlıların Rus cephesi çökünce Rus orduları, Kürdistan’ı kuzeydoğudan işgale başlamışlardı. Bunu fırsat bilen Ermeni direnişçiler, tedhiş olaylarını, yakıp yıkma eylemlerini yapmış; sivil Kürtlere saldırmış ve o zamana kadar iç içe yaşamış, hiçbir problemi ve düşmanlığı olmamış olan Kürtlerle Ermeniler arasındaki güvensizliği artırmıştır. Bu gibi olumsuzluklar da Kemalist Hareketin manevra alanını genişletmiştir.

1915 yılında çıkarılan Tehcir Yasası (Padişah Fermanı) sırasında ve “Milli Mücadele” yıllarında, Kemalist paşalar, Kürtleri yanlarına alabilmek için Kürt-Ermeni çelişkilerini yoğun biçimde kullanmışlardır. Bu şekilde de hem Ermenileri yok etmek hem de Kürtleri merkezi yönetime bağlama arzusu ve hesabındaydılar.
Ermeni Tehcirini ve mezalimini yapanlar, İttihat ve Terakkiciler, Teşkilatı Mahsusa elemanları, ceza evlerinden çıkarılan ve suç işlemeye yatkın kriminal ekipler ve onların etkiledikleri, Ermeni malına tamah eden az sayıda cahil ve yoksul halktan insanlardır.

Türk solu ve Kemalist yazarlardan etkilenen, “bazı Kürt aydın ve yazarları” iddialarının aksine, Hamidiye Alayları (ki bunlar 1908’den sonra Aşiret Alayları adını alırlar) sadece Ermeni çetelerinin saldırılarına ve nizami Rus ordusuna karşı savaşmışlardır. Hatta bu alaylara soğuk davranan Dersim Kürtleri de Aşiret Alayları ile birlikte bölgeyi savunmuşlardır. İleride Beytüşşebap ve Ağrı Başkaldırısının lideri ve Azadî örgütünün Siirt şubesi başkanı Yüzbaşı Ihsan Nuri de katılmıştı bu savaşlara. Ermeni tehciri projesi gereği zaten Ermeni gençleri ve orta yaşlıları daha önceden orduya alınmış, taş ocaklarında ve yol yapımında görevlendirilmişlerdir. Evlerinde kalan yaşlı, kadın ve çocuklardan oluşan bu zavallı Ermenilere karşı halktan herhangi bir saldırı yapılmamıştı. Kürt aşiret reisleri, şeyh ve mollaları, beyleri ve aydınları gibi aşiret alayları da (bazıları hariç) böyle bir eyleme katılmadıkları gibi bu tür eylemlerin, haksız ve büyük günah olduğunu etraflarındaki insanlara söylemişler, saklayabildikleri Ermenileri saklamışlardır. Bizim yaşımızdakilerin çoğunun anne ve babasından duydukları budur. Bu bağlamda Mele Selim Taş’ın hac dönüşü Halep’te görüştüğü Ermeni Arif’in babama hediye ve selamlarını da göndererek anlattığı, Varto’nun Kulan-Baskan’ın Çiyapanik platosunda, 80 kadar Ermeni, elleri arkalarında bağlı olarak öldürülmelerini beklerken, bundan haberdar olan Melekanlı Şeyh Abdullah Efendi’nin, Ermenileri öldürmenin büyük günah ve suç olduğunu, İslamiyet’te yerinin olmadığını söyleyerek müdahale ettiği, hiç olmazsa bir kaçının kurtulmasına sebep olduğu, kurtulan bu şanslı insanlardan birinin de kendisi olduğunu söylemiştir.

Bir başka örnek, Rus ordusuna karşı Palandöken ve Çemê Zoro’daki çarpışmalara subay olarak katılan, daha sonraları Beytüşşebap Isyanı’nı örgütleyen, Azadî örgütünün lideri Cıbranlı Halit Bey, bu gerçeği daha o günlerde fark etmiş; Ermeni direnişçilerine ve Ruslara karşı kazanılan bir zafer nedeniyle, subayların şenlik yaptığı sırada, yakın arkadaşlarına üzüntülü bir halde, “Bu gün, bir gün bizim de boğazımızı kesecek kılıçları biledik!” dediğidir.[2]
Kürt aydınlarından Abdurrahman Bedirhan ve arkadaşları Ermeni Taşnak dergisinde yazılar yazmışlardır. 1914’te Bitlis’te İttihat ve Terakki’ye karşı gelişen Kürt İsyanının lideri olan Mele Selim, Ermenilerle yakınlaşma çabası içindedir. Ayrıca Koçgirili Binbaşı Mustafa ve Alişêr Beyler’in tavırları da bu yöndedir.

Kürtlerin ulusal varlığını ve haklarını tanıma vaatleri, Kemalistlerin bu süreçte baş vurdukları ikinci manevraydı. Mondros Mütarekesi sonucunda iktidarsızlaşan İmparatorluk yetkilileri, ellerinde tek Müslüman güç olarak kalan Kürtlere sarıldılar ve zamanı geldiğinde geri alınmak üzere birçok vaatlerde bulundular. Hürriyet ve İhtilaf’ın ileri gelenleri de bu anlayışla İstanbul’daki Kürtlerden Seyit Abdulkadir, Mehmet Ali Bedirhan ve Mele Said-i Kürdi ile “Kürdistan’a Özerklik Anlaşması”nı imzaladılar ve bu yöreye atanacak olan valinin onayı Seyit Abdulkadir’den geçecekti.

Mustafa Kemal, 20-30 Ekim 1919’da, Türk ve Kürt delegelerle toplanan “Amasya Protokolü”nde, kayda geçen I. maddesinde “Osmanlı Devleti’nin düşünülen ve kabul edilen sınırı, Türklerin ve Kürtlerin oturdukları araziyi kapsar, Kürtlerin ırksal ve kültürel haklarını destekler.” der. Bu belge “Anadolu ve Rumeli Kuvayi Milliye”nin anayasası, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nin ortak istemidir, ilerde de Türkiye Cumhuriyeti’nin çatısını oluşturacak TBMM bu karar üstünde inşa edilecektir.

TBMM Başkanı Mustafa Kemal’in Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin’in mektubuna, Meclis adına verdiği cevapta “… Kürdistan da dahil, diğer bölgeler için de, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı var” demiştir.[3]
Mustafa Kemal, 27 Haziran 1920’de, kendi imzasıyla el-Cezire Kumandanlığı’na gönderdiği talimatta kısaca “Kürtleri İngiliz ve Fransızların propagandalarından korumak için, Kürt vilayetlerini, el-Cezire Komutanlığı altında birleştiren ve direkt TBMM Başkanlığına karşı sorumlu “Otonom Kürdistan şeklinde kurulsun” demiştir.
Yine 1921’de “Koçgiri Ayaklanması”nın ciddi bir boyut alması üzerine, Kürtleri yatıştırmak gayesiyle, Ağrı mebusu

Şefik Bey başkanlığında bir Nasihat Heyeti gönderir. Şefik Bey kendilerine:
“Ben de Kürdüm, Kürdistan’ın istiklalini ben de istiyorum, zaten meclis bu hakları tanıyacaktır, isyana gerek yok” der, bunun üzerine Kürtler uzlaşırken, isyan vahşi bir katliamla bastırılır.”[4]
Mustafa Kemal, Koçgiri ve Mardin’deki Milî Aşiretinin ayaklanmasını önlemek gayesiyle, kendisine bağlı ve dini etkinliği olan Şeyh Ahmet Şenûsi başkanlığında bir heyeti görevlendirir. Eylül 1921’de Bitlis ve Van yörelerine gönderir, buralarda eski Hamidiye Komutanlarından Pirzade Bekir’le görüşür. Sonuçta bu şahsın TBMM’ne sunulan önerisi şöyledir:

Cibranli Halit Bitlis

Otonom bir Kürt devleti tanınacak, hükümet yanlısı jandarma ve memurlar geri çağrılacak, toplanan vergiler bölgeye tahsis edilecek, tutuklu olan Kürtler salıverilecek, 5 yılık görev süreli ve referandumla yenilenecek olan Kürdistan valisi, Meclis’teki Kürtlerce önerilecektir. Otonom hükümetin merkezi, Kürt şehirlerinden biri olacak ve 12 üyelik Kürt Konseyi olacak.[5]

TBMM’ de 10 Şubat 1922’de yapılan gizli celsede “Kürdistan’ın Özerkliğine Dair Yasa Tasarısı” tartışılmış, 64 muhalife karşı 373 oyla kabul edilmiştir.(Ek.3)[6] Olsun’a göre 64 ret oyu Kürtlerindir, Kürtler kendilerine verilen özerklik düzeyini yeterli görmediklerinden, ret oyu kullanmışlardır.

Şimdiye kadar anlatılan bu tespitler, ilerde de görüleceği gibi, Kemalist hareketin gerçekten hiçbir zaman Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme düşüncesini taşımadığını ortaya çıkarmıştır; ancak Kürt ulusal varlığını ve haklarını kabul eder gibi görünmesinin bir taktikten öteye anlam taşımadığı da bir gerçektir. Bu taktiği, Kürt isyanlarını ve siyasi hoşnutsuzluklarını bastırmada da kullanmıştır. Nasıl olsa ilerde Kürtlerin sadık kalacakları veya buna mecbur bırakılacağı inancıyla, şimdilik ikna manevralarıdır. Bunu bazen uluslar arası diplomatik görüşmelerde durumu lehine çevirmek, bazen güçsüz oldukları durumlarda Kürtlerin desteğini sağlamak amacıyla yapmışlardır. Tüm bunlardan amaç Kürt ulusal muhalefetini torpillemek, Kürtleri, Kemalist hareketin destekçisi durumuna getirmektir.

Ayrıca Kemalistler, “Milli Mücadele” diye adlandırdıkları dönemlerinde, Kürtleri arkalarına alabilmek için “Hilafeti koruma ve din birliği” propagandasını yapmışlardır. Mustafa Kemal, halifeliği sahiplenerek “gavurun elinde tutsak olan halifeliğin kurtarılması” temasını çok yoğun kullanmış, Halifelik makamını, Kürtlerle Türkleri birleştiren ortak ve önemli bir simge olarak göstermiştir.

Kürt aydınları, Kemalistlerin Kürt ulusal varlığı ve haklarıyla ilgili vaatlerine, başından beri kuşkuyla bakıyorlardı. Çünkü destek vereceklerini söyledikleri Kürdistan’ın değişik yerlerindeki hak arama girişimleri çok kanlı ve acımasızca bastırılıyordu. 1919 baharında, Cizre-Nusaybin yöresinde Aliyê Batê, 1920 yılı yazında Garzan bölgesinde Cemîlê Çeto ile Viranşehir yöresinde Milî aşiretinin isyanları kanlı bir şekilde bastırılmıştı. En korkuncu ise Koçgiri’de yaşandı. Bu tarz bastırmalar Kürtleri rahatsız ediyor ve Kemalistlerin inandırıcılığını ortadan kaldırıyordu. Bu duygular Meclisteki Kürt mebuslara da yansıyordu. Örneğin Erzincan Mebusu Emin Bey TBMM de bu konuda, “Orada öyle bir mezalim oldu ki tüyler ürperticidir!” demiştir.
Kürt mebuslarının memnuniyetsizlikleri, Türkiye-Fransa arasında yapılan Ankara Antlaşmasıyla, Suriye’nin Fransızlara, daha sonra Musul’un Ingilizlere bırakılmasını, önceleri Kürdistan’ın bölünmesi şeklinde değil de “Kürt aşiretlerinin ve topraklarının bölünmesi, ziraat ve ticari ilişkilerine zarar vereceği” nedeniyle karşı çıktılar; ancak iki yıl sonra Lozan görüşmeleri için TBMM’de bilgilendirme toplantısında, Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey, Lozan heyetini şiddetle eleştirmiş, yanlışın Ankara Anlaşmasıyla başladığını ve bölgenin bölündüğünü söylemiştir.

KOÇGIRI AYAKLANMASI

Koçgiri, Sivas’ın Imralı ilçesinde bir Kürt alevi bölgesidir. Sivas-Erzincan arasında, Koçhisar, Zara, Imralı, Suşehri, Refahiye ve Kangal çevresinde yaşayan 40 bin nüfusu ve 6 büyük kabilesi vardır Koçgiri’nin. Koçgirili Mustafa Paşa’nın, Alişan ve Haydar Bey (Ümraniye Bucak Müdürü) adlarında iki oğlu vardı.
KTC, Alişan Bey ve Dr. Nuri’ye Koçgiri ve Dersim bölgelerinde örgüt şubelerini kurma ve siyasi çalışma yapma görevleri verir. Bu çalışmalardan haberdar olan Mustafa Kemal, Sivas valisi Reşit Paşa vasıtasıyla, bunlarla görüşmek ister. Nuri Bey gitmez, Alişan Bey’le görüşen Mustafa Kemal kendisine, Ingilizler’in desteklediği Bedirhaniler ve Cemilpaşazade Ekrem ve Elazığ valisi Ali Galib’in, Sivas Kongresi’ni basma planlarını ve Seyit Abdülkadir’in Kürdistan’ı kurma planlarını söyler, Erzurum Kongresi kararıyla Kürtlerin haklarının verileceğini, Sivas’tan da Alişan’la Nuri Bey’in mebus olmasını teklif eder. Alişan bu teklifi başlangıçta kabul etse de Nuri Bey’le görüştükten sonra ikisi de bunu reddeder.
1921 yılı başlarında, Kangal’da Hüseyin Abdal Tekkesi’nde, başta Cambegan ve Karmeşan olmak üzere bölgede Kürt aşiretlerinin katılımı ile bir toplantı düzenlenir. Toplantıda Sevr’in uygulanması, Diyarbakır, Van, Elazığ, Dersim ve Koçgiri’yi içine alan bağımsız bir Kürt Devleti’nin kurulması kararlaştırılır. Temmuz 1921’de, Mısto komutasında Zara’ın Çulfa Ali Karakolu’na, arkasından Şadîyan Aşiret Reisi Paşû tarafından Refahiye’ye saldırılar olur. Mustafa Kemal, bir taktik ile, Alişan Bey’i Refahiye Kaymakamlığına, kardeşi Haydar Bey’i de Ümraniye Bucak Müdürlüğüne tayin eder. Daha sonra Sivas yöresinde Zalım Çavuş lakaplı, Şadîyan Aşiretinden Hüseyin Ağa, Zara’ya saldırır. Ayaklanmayı bastırmaya gelen 6. Suvari Alay Komutanı Halis Bey esir alınır ve kurşuna dizilir. Subay ve erler tutuklanır. Alişan ve Haydar Bey’ler direnişçilere yardımcı olurlar. Kürtlerin de Ermeniler gibi sürülecekleri söylentileri halk arasında yayılınca ayaklanma büyür. Kemah’ta da halk kaymakamı tutuklayıp, yönetime el koyar.
Ayaklanan aşiretler, Koçhisar Celali Bucağından, TBMM’ye bir telgraf çekerek, Koçgiri’nin özerk bir vilayet yapılmasını isteyip şu dilekte bulunurlar:
“İstanbul Hükümeti gibi Ankara Hükümeti’nin de Kürdistan’ın özerkliğini tanıması, Mustafa Kemal’in bu konuda acilen yanıt vermesi, Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan ceza evlerindeki tutukluların hemen salıverilmesi, bölgeden askeri birliklerin ve hükümet memurlarının geri çekilmesi”.
Bu muhtıra, Dr. Nuri’nin babası İbrahim Efendi tarafından kaleme alınır.
Bunu takiben Batı Dersim Aşiret Reisleri adına TBMM’ye 25 Kasım 1921’de şu başvuruda bulunulur:
“Sevr anlaşması gereğince, Diyarbakır, Elazığ, Van ve Bitlis’te bağımsız bir Kürdistan kurulması, aksi takdirde bu hakkı, silah zoruyla alacağımızı belirtiriz.”[7]
Alişan Bey Ovacık, Hozat, Çemişgezek’te aşiret reisleri ile toplantılar yapar. 45 bin milis kuvveti toplanır, bağımsız Kürdistan için yemin edilir. Bu yemine Seyit Rıza katılmamıştır.
Nuri Dersimi, eylemi şöyle anlatıyor:
“Önce Dersim yöresinde Kürt istiklali ilan edilecek, Hozat’ta Kürdistan bayrağı çekilecek, Kürt silahlı güçleri (milis kuvvetleri) Erzincan, Elazığ, Malatya üzerinden Sivas’a gidecek ve Ankara Hükümeti’nden Kürdistan’ın istiklalinin tanınması istenecektir.”

yusufziya


Ayaklanmanın büyümesi üzerine, Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa (Sakallı) Genelkurmaya bir plan sunar. Topal Osman’ın Giresun Alayını da emrine alır. 11 Nisan 1921’de emrindeki tüm kuvvetleriyle ayaklananların üzerine yürür. Büyük ve kanlı çarpışmalar olur. 17 Haziran’da isyan bastırılır. Alişan ve Haydar Bey’ler teslim olurlar. Bazı aşiretler hükümetten yana tavır alırlar. Sakallı Nurettin Paşa ve Topal Osman bir bildiri yayımlayarak 272 eşkıyanın ölü, 56 eşkıyanın sağ teslim alındığını, 113 köyün yakılıp yıkıldığını bildirirler.[8]
Ermeni lideri Boğos Paşa, Paris Barış Konferansı’na 12 Şubat 1919’da, Ermenilerin tüm Kürdistan illerini kapsayan bölgeyi istedikleri önerisini götürür (Erzurum-Adana’nın doğusu). Eski Osmanlı Hariciye Nazırı, Kürt Sait Paşa’nın oğlu, Stocholm eski büyük elçisi Şerif Paşa ise bu illerin Kürtlere ait olduğunu ve kendilerine verilmesini talep ediyor ve Kürdistan coğrafyasını kapsayan bir haritayı Konferansa sunuyor.
İstanbul Hükümeti gelişen bu durumdan tedirgindi. 10 Temmuz 1919’da, Sadarette hükümet yetkilileriyle Seyit Abdulkadir başkanlığındaki Mehmet Emin Bedirhan, Mevlanzade Rıfat, Yüzbaşı Emin ve Binbaşı Avni Bey’lerden oluşan heyet arasında görüşmeler yapılır. Tartışmalardan sonra da “Özerk Kürt Devleti” üzerinde anlaşmaya varılır. Bu anlaşmaya göre Kürdistan bölgesine atanacak vali, Seyit Abdulkadir’in onayından geçecektir.
20 Aralık 1920’de Boğos Paşa ve Şerif Paşa anlaşarak ortak bir muhtıra sunarlar. Bu muhtıra özetle şöyledir:
“Ermeni ve Kürt uluslarının anlaşarak, ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesi icabı, büyük devletlerden birinin koruması altında, Ermenistan ve Kürdistan devletlerinin kurulmasını, bizlere aydınlanma ve gelişmede yardımcı olunmasını, iki devlet arasında toprakların adil bir şekilde paylaşılmasını talep ediyoruz”.
Bu sıralarda, Seyit Abdulkadir Van ve Erbil bölgesinde yeğeni Seyit Taha, Şeyh Mahmud Berzenci Süleymaniye’de, Iran bölgesinde Sımko ve Türkiye’deki örgütler Türkiye Kürdistan’ında özerk Kürdistan çalışmaları içerisindeler. Ermenilerin de aynı bölgelerde hak iddiaları vardır. Dolayısıyla Ermeniler ile Kürtler ve Kürt liderler arasında nasıl bir anlaşma olacaktır? Çelişkiler nasıl giderilecektir?
23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi toplanmıştır. Kongre’de Mustafa Kemal şöyle söyler: “Elazığ valisi Ali Galip, İngiliz binbaşısı Noel, Bedirhanilerden Kamuran, Celadet ve onbeş kadar Kürt atlısı, Malatya Mutasarrıfı Bedirhanilerden Halil Rahmi Bey tarafından karşılanmış. Bunların gayesi Rışvan Aşiretinden silah alarak bir Kürdistan kurmaktı.” Daha sonra askeri hazırlıklar başlayınca Ali Galip, Halil Rahmi, Hacı Kadir Ağa Halep’e kaçarlar. Binbaşı Noel de Rışvan Aşiretine sığınır.
1922 yılının ikinci yarısında Kemalistler artık Anadolu’daki zaferlerini garantilemiş, Kürtler’e ihtiyaçları kalmamıştır. Musul’u İngilizlerden almayı gözleri kesmediğinden, biraz daha petrol geliri sağlama ile meşguldüler. Aksine bir hareket, Süleymaniye bölgesinde 1918’lerden beri egemenliğini sürdüren Şeyh Mahmud Berzenci’nin güçlü ulusal hareketinin, Türkiye içine taşınası ihtimalini yaratırdı. Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey 6 Mart 1923’te, TBMM’nin gizli oturumunda:
“Musul’un Kürt tarihinde önemli bir yeri vardır. Bir insanı ikiye bölmek nasıl mümkün değilse, Musul’u da Türkiye’den ayırmak mümkün değildir.”
demişti. Ergani Mebusu Emin Bey de “Musul’u satıyorlar!” demektedir. Koçgiri İsyanı’nın bastırılmasından sonra Kürt ulusal hareketi 1924 yılına kadar suskunluğa girer. Bu arada Güney Kürdistan’da Şeyh Mahmud Berzenci, Doğu Kürdistan’da Simko İsyanları devam ediyordu.
“Milli Mücadele” diye adlandırılan yıllarda, Kürtlerin bir kısmının Kemalist hareketin arkasında toplanmasına neden olan belli başlı üç etken, süreç içinde ortadan kalkmış ve Kürtlerin Kemalistlerden uzaklaşmasına neden olmuştur. Kürt aydınlarının, Kemalistlerin Kürt ulusal varlığı ve ulusal haklarını tanıma konusunda verdikleri sözlere ilişkin ümitleri ve güvenleri kalmamıştır. Örgütlü Kürt güçlerinin başından beri Kemalistlere güvenleri yoktur. Kemalistler bir yandan manevralarla Kürtler’i yanına çekmeye çalışırken, diğer yandan Kürt örgütlülüğünü ortadan kaldırmaya çalışıyorlardı. Karar verme noktasına gelinmiştir artık: Ya Kemalistlerin anti-Kürt tasarrufları karşısında sessiz kalınacak, boyun eğilecek ya da bunun karşısında direneceklerdir; Kürt ulusal varlığı ve hakları savunulacaktır. Kürt yurtseverlerinin çoğu gelinen noktada, bağımsızlık düşüncesini benimsemiş ve AZADÎ örgütü, bağımsızlık düşüncesinde olanlar tarafından kurulmuştur.

AZADÎ ÖRGÜTÜ
1925 Ayaklanmasının, Şeyh Sait Hareketi olarak anılması, ayaklanmanın örgütlü bir faaliyeti olduğu realitesini göz ardı etmek olur. Aksi halde kapsamlı ve doğru bir tahlil yapılamaz. Ayaklanmanın arkasındaki Azadî (Kürdistan Istiklal Cemiyeti) hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Bunun birkaç sebebi var: Resmi belge ve kayıtlar gizlidir. Yakın tarihte Kürt sorunu yasak çemberine alınmış, yeterince aydınlatılması önlenmiştir.[9]
Mahkeme tutanakları magazinleştirilmiş, bir kısmına TBMM arşivinde ulaşılsa da veya bir kısmı açıklansa da esasen Azadî kadrolarının yargılandıkları ve idama mahkum edildikleri Bitlis Harp Divanı’nın mahkeme tutanakları alınan bir kararla Genel Kurmay Özel Arşivine kapatılarak, ulaşılması engellenmiştir. Mahkemelerde Azadî örgütü adına ciddi bir siyasi savunma yapıldığı, amaç ve ideolojisinin tanımlandığı konusunda güçlü bulgular ve anlatımlar vardır. Türkiye Cumhuriyetinin, böyle bir geçmişin Kürtlere bundan sonra kan ve deneyim taşımasını istemediği kesindir. Devletin, Bitlis mahkeme tutanaklarını gözlerden uzak tutması bu açıdan şaşılacak bir durum değildir.
“Neden resmi görüş, Koçgiri Hareketine ‘Alişan Bey Hareketi’, Dersim Hareketin’e ‘Seyit Rıza Hareketi’ demez de 1925 Kürt Ulusal Direnme Hareketine ‘Şeyh Sait Hareketi’ der?[10] Bu hareketin ismi ve niteliği Genel Kurmay Başkanı’nın teklifi (30 Haziran 1925 tarihli yazısı) ve Bakanlar Kurulu Kararı (3 Mayıs 1925) ile isyanın iç ve dış basında bir milli hareket olarak yer almasının milli çıkarlarımıza uygun olmadığı, bu nedenle hareketin irtica-i (gerici), yerel bir hareket olduğu şeklinde adlandırılması kararı alınıyor, hareketin ismi ve niteliği bu yöntemle askeri emirlerle belirleniyor. Hareketin adı “Şeyh Sait İsyanı” ve niteliği ise “irtica hareketi” oluyor.
Azadî Örgütü’yle ilgili bilgi noksanlığının bir diğer önemli sebebi de Azadî Örgütünün zaten illegal ve gizli olmasıdır. Örgüt şeması ve üyelerinin kimliği, örgütün tüzüğü gizlidir. Örgüt beşer kişilik localardan oluşuyor. Her locadan ancak bir kişinin, diğer locadakileri tanıyabildiği, üyelerinin isim ve rütbelerinin gizli olduğu, örgüte yeminle girildiği, bu yeminin çok ağır, dönülmesinin çok zor olduğu bilinir. Adı Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti olup, Kürdistan’nın bağımsızlığını hedefler.[11]
Bütün bu gizliliklere rağmen, Sovyet belgeleri, Fransız ve İngiliz arşivleri, TBMM’de yapılan gizli oturum zabıtları, mahkeme zabıtları, Azadî örgütü mensuplarının hatıraları ve anlatımları ile 1925 isyanlarına katılanların veya yakınlarının yani hadisenin canlı şahitlerinin anlattıklarından Azadî örgütüyle ilgili çok şey bilinmektedir.
Örgütün tüzüğünü bilmesek bile, pratik teşkilatlanma bilgilerine sahibiz. Örneğin Zinar Silopi anılarında şöyle yazar:
“Erzurum’da bulunan örgüt merkezinden aldığı talimat üzerine, Kürdistan’ın çeşitli yerlerinde yaygınlaştırma görevi üstlenen Mulazım İsmail Hakkı Şaweys, Diyarbakır’a uğramıştı. Burada ben Cemil Paşazade Ekrem ve Kasım, Dr. Fuat, Dava vekili Mehmet Efendi (Hacî Axtî-Bavê Tûjo) ve diğer arkadaşlarla örgütün şubesini açtık Erzurum’la ilişkimizi şifre ile elden, Dara Hênî (Genç) Şube Başkanı Tayip Ali ve aynı zamanda parti sekreteri aracılığıyla yapıyorduk”

AZADÎ ÖRGÜTÜ NE ZAMAN KURULDU

Bazı kaynaklar örgütün kuruluşu olarak 1921, bazıları 1922 ve bazıları da 1923 yılını gösterir.
Robert Olson, 1921 yılına dikkat çekip, yabancı bir ülkede veya İstanbul’da değil aşiret reisleri ile şeyhler arasında iş birliğinin olabileceğini ispatlayan ilk ulusalcı Kürt Cemiyeti 1921 yılında Erzurum’da kurulduğunu söyler.[12]
Garo Sasonî de 1920’li yıllara işaret ederek, Azadî’nin kuruluşunu özetle şöyle ifade eder: “Kürtler,
İslam olmalarının ve daha önce Türklere yapmış oldukları yardımların artık işe yaramadığını tam aksine Türk milliyetçiliği tehlikesinin kendilerine yöneldiğini anlayarak 1920 yılı Kasım ayında Cıbranlı Albay Halit Bey, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya ve Kemal Fevzi Bey’le yönetimde bir iç örgüt kurmaya yöneldiler. Bu örgüt kurulduktan sonra kısa bir süre içinde kök salarak birkaç yılda bütün Kürdistan’ı sardı.” Olaya resmi görüşle bakan Prof. Aybars’a göre, “Azadî kadroları, eylemlerine Birinci Dünya Savaşı sonunda Cıbranlı Alb. Halit Bey’in bölücülük faaliyetleriyle başladı.” Şerif Paşa Paris’te Kürt delegesi olarak 1 Mart 1920’de Barış Konferansına bir Kürdistan haritasını ve isteklerini sundu. Bu konuda Ermeni delegesi Bogos Paşa ile anlaştı. Sevr Antlaşması, Kürtlere bazı imkanlar tanıyınca, Halit Bey, KTC Başkanı Seyit Abdulkadir ve Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey’le ilişki kurarak Milletler Cemiyeti’ne gitmek istedi.
Bruinessen “Türkiye’de 1923’te Azadî Örgütü kuruldu. Örgüt daha önceki örgütlerden farklıydı, Merkezi 8. Kolordunun bulunduğu Erzurum’da idi. Örgütün kadrosunu deneyimli askerler oluşturuyordu. Merkez yöneticilerinden Halit Bey, düzenli orduda albay rütbesinde, Milis kuvvetleri içinde büyük saygınlığa sahip, ulusalcı bir insandı. Yusuf Ziya Bey, Bitlis Millet vekiliydi, bu nedenle şüphe çekmeden gezip temaslar kurabiliyordu.” diyordu.
Dönemin tanıklarından ve Azadî Örgütünün en faal yöneticilerinden olan Mülazım Ismail Hakkı Şaweys’in Troşak-1925 Aralık sayısında yayımlanan ve Garo Sasonî tarafından aktarılan yazısının özetle bir bölümü şöyledir:
“Türklerin devamlı hücumlarına maruz kalmış olan ve onların yok etme siyaseti altında inlemekte olan Kürt ulusu önderlerinin etrafında toplandı, Cıbran Aşiretine mensup Albay Halit Bey’e Kürt halkının haklarını isteme ve elde etme görevi güvenle ve oy birliğiyle verildi. Halit Bey ilk kez 1920 Ekim’inde gizli olarak merkezi Erzurum’da bulunan Kürdistan Bağımsızlık Komitesini kurdu. Komite birkaç ay içinde Kürdistan’ın birçok şehrinde şubeler açarak halka yayıldı. Dersimlilerle irtibata geçildi. Ve Komitenin ilk işi Kürtçe yayınlar yapmak oldu. Kürtçe kitaplar yayımlandı, sözlü edebiyat ürünlerini toplama faaliyetlerine geçildi. Komite ayrıca aşiret reisleri ulema ve şeyhlerle irtibat kurmakla kalmadı, Kürt öğrenci, subay ve memurlarla da ilişkiler kuruldu.”

AZADÎ ÖRGÜTÜ KIMLERDEN OLUŞUYORDU?

Aslında Örgütün tüzük ve üye listesinin yazıldığı defter 20 Aralık 1924 tarihinde Halit Bey’in tutuklanmasından hemen sonra, amcası ve Cıbran Aşireti Reisi İsmail Ağa tarafından Erzurum’dan getirip ve ele geçmesin diye Varto-Karkarut köyünde tandırda yakılır (M.E.S.).
Örgüt’ün üyelerinin ismini gösteren en geniş liste İngiliz belgelerinde bulunmuştur. Robert Olson bunların kaynağını Beytuşşebap İsyanından sonra Irak’a kaçan ve orada İngiliz’lerle ilişkiye giren Kürt subaylardan Ali Zeki, İsmail Hakkı, İhsan Nuri, Tevfik ve Ahmet Rasim Bey’lerin verdikleri bilgilere dayandırmaktadır. Buna göre Örgütün 23 şubesi var. Bunlar Diyarbakır, Siirt (9 Şube) İstanbul, Dersim, Bitlis (2 şube) Kars, Hınıs, Muş, Erzincan, Malazgirt, Van (Beytuşşebap dahil 7 şube). Bu listede Muş ve Erzincan şubelerinin üye isimleri yok. Örgütün Sekreteri Tayip Ali’dir. Örgüt heterojen bir yapıya sahiptir. Üyeleri ve yöneticileri, Kürt hakim sınıflarının her kesiminden insanlardan ve yurtsever Kürt aydınlardan oluşuyordu.
Kürt İstiklal Cemiyeti (Azadî) 1923 yılında Erzurum’da şu üyelerden oluşuyordu:[13]
“ERZURUM: Örgütün Başkanı Miralay Cıbranlı Halit Bey (Müstahkem Mevki – Garnizon- Komutanı), Kaymakam Küçük Kazım Bey, Miralay Küçük Rauf Bey, Hacı Dursun Bey, Hınıs Kaymakamı Arif Bey, Abdullah ve Aslan Bey’ler (ikisi kardeştir).
İSTANBUL: Seyit Abdulkadir, Av. Abdurrahim
KARS: Yüzbaşı Tevfik Bey
BEYAZIT: Şeyh Ibrahim
MALAZGIRT: Hayderanlı Kör Hüseyin Paşa (Şube Başkanı)
VARTO: Miralay Hasenanlı Halit Bey (Şube Başkanı)
HINIS: Yüzbaşı Reşit Bey, Rüştü Efendi (Şube Başkanı)
MUŞ-BITLIS: Eski Millet Vekili Yusuf Ziya Bey, Binbaşı Hacı Hasan Bey, Abdurrahman Ağa (Şırnaklı, halen Siirt’te hapis)
VAN: Molla Abdulmecit Efendi (Said-i Kurdi’nin kardeşi) Binbaşı Arif Bey ve kardeşi Ali Bey (Şemski Aşireti) Sadun Bey (Karahisar, Hasaran Aşiret Reisi)
SIIRT: Yüzbaşı Ihsan Nuri (Bitlisli, Cibranlı Aşiretinden) Hacı Abdullah Efendi, Derviş Bey (Gümrük Müfettişi), Kaymakam Rezzak Bey, Emekli Miralay Veis Bey.
ŞIRNAK: Süleyman Ağa (Şube Başkanı ve Hacı Bayram Aşireti).
CIZRE: Hacı Dursun Efendi, Abdulhavap Efendi, Abdulmutalip Efendi (Silopi Nahiye Müdürü).
DIYARBAKIR: Cemil Paşazade Ekrem (Şube Başkanı), Dr. Fuat Bey, Abdulgani Bey, Dersimli Dr. Nazım Bey, Binbaşı Mustafa Bey, Kaymakam Adnan Bey.
MARDIN: Hacı Kadir Efendi, Dersim Kaymakamı Kadir Bey (6. Alay Subayı).
ERZINCAN-HARPUT-DERSIM: Kangozade Ali Haydar (Şube Başkanı).
BITLIS ÇEVRESI: Hacı Musa Bey (Hayti Aşiret Reisi ve Erzurum Kongresi üyesi) Cemilê Çeto, Şeyh Selahattin, Mustafa Ağa ve oğulları (Garzan Aşireti).
VAN ÇEVRESI: Karavilli Lezgin Ağa (Ertuşi Aşireti) ve kardeşi Ebubekir Ağa, Ismail Ağa, (Gevdan Aşireti) Umer Ağa (Merusi Aşireti), Ismail Ağa (Simko-Şıkak Aşireti), Şeyh Abdurrahman Efendi (Bervasi Aşireti), Şahin Ağa, Yahya Ağa (Jirki Aşireti), Yakûp Ağa (Eruh Aşireti).
ŞIRNAK ÇEVRESI: Alikan Ağa, Abdurrahman Ağa (Hacı Bayram aşireti), Süleyman Ağa, Umer Timur Ağa (Batman Aşireti), Arif Ağa, Şeyh Tahir (Batman Aşireti).
MARDIN ÇEVRESI: Remo Ağa (Zengerdli), Eyüp Bey (Milan Aşireti), Isa Ağa, Ibrahim Ağa (Dekuşi Ağa), İbrahim Paşa (Milan Aşiret Reisi).[14]
Azadî Örgütü, Kürdistan’da geniş çaplı bir faaliyet yürütmüştür, Kürdistan toprağında doğmuş Kürdistan’da çalışmış ve örgütlenmiştir. Bu nedenlerle de KTC gibi (Istanbul merkezli) örgütlenmeden farklıdır. Örgütün gücü konusunda, Olson’a göre bu Örgüt Muş- Malazgirt-Bitlis bölgesinde beş bin (Hasenan, Zırkan ve Cibran), Botan bölgesinde 2000-3000 kişiyi silahlı harekete katabilecek duruma gelmiştir. Ayrıca örgütün ordu içinde de büyük bir güç elde ettiği ve etkin olduğu açıktır. Diyarbakır’da 7. Kolordunun %50’sinin Kürt olduğunu ve kendilerini destekleyeceklerini umut etmişlerdir. Nitekim Beytuşşebap’ta 18. Alayın nerdeyse yarısının isyana katılmış olması, Örgütün ordu içinde ciddi bir gücünün olduğunun göstergesidir.
Musul’un İngilizlere terk edilmesi kararlaştırıldığında artık Kürtlere ihtiyaç kalmaması ve 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in mevcut biçimi ile ilanı Kemalistlerin, yolun başındayken “Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanı” diye tanımladıkları vatan artık yalnızca Türklere ait olduğu tescil edilmiştir. 1924 Anayasasında Türkçe tek resmi dil ilan edilmiş, Kürtçe yasaklanmış, Türkiye ahalisi Türk olarak ilan edilmiştir.
1924 reformlarıyla da aslında Kürtlerin eski statülerine son vermek, çok uluslu bir yapıyı, Türk potasında eritmek, İttihat ve Terakki zihniyetiyle tek ulus haline getirilmek gayesi güdülmüştü. Devlet kendi okullarında Kürt ulusal kimliğine düşman bir eğitimi genç dimağlara yerleştirmek için, ibadet ve eğitim dili Kürtçe olan dinsel kurumları ve medreseleri kapatıyordu. Medreselerin özerk kurum olması, devletçe dışlanmışlık duygusuyla kendini yok edecek olan devlet eğitiminden kendisini korumuş, Kürtlükle buluşmuş Kürt edebiyatının doğmasına ve gelişmesine yardımcı olmuştur. Medreselerde okuyan feqî ve mezun olan melelerin, bu nedenlerle kendilerini inkar etmeyen yurtsever insanlar olması, vaaz ve ibadetlerinin Türkçülüğe engel olması nedeniyle, yerlerine daha sonraları imam hatiplilerin getirilmesine neden olacaktır.
Daha önceleri Kemalistlere yakın duran tarikat ve medrese erbabı, Kürdistan’ı alan, bu özerk kurumların ipini çeken Kemalistlerden kaçmış, Azadî örgütüne akmıştır.
Türk önderliğinin Kürtlere ilişkin politikaları, Cumhuriyet’in ilanından önce çok farklıydı. Amasya protokolünde “Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanı, ırkının ve kültürünün korunacağı” ve her fırsatta Kürtleri öven M. Kemal ve Lozan’da “… Sadece Türklerin değil Türklerin ve Kürtlerin temsilcisiyim” diyen İnönü sömürge politikalarını yeğlemişlerdi.
Bedelini, ülkelerini işgal edenlere karşı kanlarını dökerek savaşan Kürtler, kendilerine vaat edilen haklarını alamayacaklarını ve Cumhuriyetin bu umutlarını karşılayamayacağını gördüler.
Azadî örgütü bu nedenlerle bir ayaklanmayı başlatma hazırlığı içindeydi. Devlet, Kürdistan’daki hareketlilik ve hazırlıklara karşı havuç ve sopa taktiği kullanmış, Kürtleri kazanmak için Ağustos 1924 tarihinde Diyarbakır’da Türk-Kürt kongresi yapmıştır. R. Olson’a göre “Kürt yoğunluklu bölgelere özel bir yönetim şekli, genel af, Kürtlere kredi, beş yıllık askerlikten muafiyet vs.” vaat edilecek, Türkiye hükümeti bu vaatlerini yerine getirecektir. Kürtlerle Hükümetin, Musul sorununun çözümüne destek verecek benzer bir toplantı da Cizre’de yapılır.
Sopa taktiği de Nasturiler üzerine bir askeri hareket düzenleme planıdır. Nasturilerin 1. Dünya Savaşı’nda bağımsız bir yurt edinme çabaları olmuş bu konuda Ingilizlerden destek sözü alınmıştı. Devlet Nasturilere saldırmakla, Musul meselesi çözülmeden, bunları sınır dışı ederek, Ingilizler’in bunları kullanmasına engel olmak, Kürt-Nasturi çatışmasından istifade ederek Kürtleri yanlarına çekmek (Ismail Simko kışkırtılarak, Nasturi Lideri Mar Şamûn öldürtülür.) amaçlanır. Ayrıca Türk Devleti, bölgede kontrolü sağlamak, ihtilalcı faaliyetleri bastırmak uluslar arası alanda insiyatifi elinde tutmak için bölgeye asker yığmak taktiğini yürütmek istiyordu.
Türkiye hükümeti, bu antlaşma maddelerinin hiçbirini yerine getirmez. Azadî, buna hazırlıklıdır. Genel ayaklanmaya karar verir ve hazırlıklarını hızlandırır. Ayaklanmada dini motiflerin de ulusal motiflerin yanında öne çıkarılması kararlaştırılır. Şimdiye kadar devlet tarafından istismar edilen ve kendilerine karşı kullanılan din silahını, bu kez kendileri kullanacaktır.
Hadisenin ısınmakta olduğu yapılan ihbarlardan da anlaşılmaktadır. Örneğin Genç eski mebusu Hamdi Bey’in çektiği telgraflar, özetle:
“Kürt ileri gelenleri, Musul meselesi yüzünden galeyana gelmişler, Malatya’dan Zaho’ya kadarki alanda muhtar bir Kürdistan kurma istekleri var. Vanlı Seyit Taha, Seyit Abdulkadir, Şaki Hamza, Simko, Bedirhaniler, Kemal Fevzi, eski mebus Hasan Hayri, Miralay Cibranlı Halit Bey, Muşlu Hacı Musa Bey, Palo ve Genç bölgesinden Şeyh Şerif, Dersim’den Seyit Rıza, Bitlis’ten Şeyh Selahattin, Cemilê Çeto ve Hanili Salih Bey bu işin içindedirler.”

BEYTUŞŞEBAP İSYANI

Nasturiler, 7 Ağustos 1924’te Hakkari valisi ve beraberindekilere, Hangediği’nde saldırarak bir binbaşı ve 3 eri öldürürler, valiyi de esir alırlar. Bunun üzerine çevre illerden buraya birlikler kaydırılır. Bu birliklerden birisi de Şırnak’ta bulunan 7. Kolordu 2.Tümene bağlı 18. Piyade Alayıdır. Bu alay Azadî açısından önemlidir. Çünkü bu alayda Azadî Örgütü mensubu çok sayıda subay ve er vardır. Örneğin Komutan yaveri Teğmen Ali Rıza örgüt merkez üyesi ve aynı zamanda Yusuf Ziya Bey’in kardeşidir. Yine burada bulunan Yüzbaşı İhsan Nuri, örgütün Siirt şubesi başkanıdır.
Şırnak’tan Beytuşşebap’a nakledilen 18. Piyade Alayı, olay yerine vardığında alay yaveri Teğmen Rıza ağabeyi Yusuf Ziya Bey’den bir telgraf alır. Telgrafı, isyanının başlatılması şeklinde deşifre ettiğinden 3-4 Eylül gecesi isyanı başlatır. Yusuf Ziya Bey daha önce Muş ovası köylerinden Vartinîs’te Beytuşşebap grubunun 6 Eylül’de firar edeceğini Van ve Siirt’i basacağını söylemiştir, (R.Hallı S.73). Bu da hareketin daha önceden planlanmış olduğunu gösterir. Azadî’nin Türkiye Kürdistan’ında bir dizi başkaldırı planı mevcuttur. Çünkü daha sonra Diyarbakır Istiklal Mahkemesinde Savcı A. Süreyya, Bitlis’ten söz ederek Şeyh Said’e şöyle söyler: “Cıbranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya size isyan için teklifte bulunmuş, Bitlis’teki cephaneliği ele geçireceklerinden söz etmişlerdi. Demek ki ilk çıkışta yenilgi olmasaydı benzer eylemler tekrarlanacak, ikinci aşamada kurtarılmış topraklarda bir ulusal hükümet ilan edilecekti.”
Şifreli haberleşme Azadî’nin sıkça kullandığı bir yöntemdir. Diyarbakır İstiklal Mahkemesi’nde ifadelerden biri şöyledir: “İsmail Hakkı Şaweys, örgüt lideri Cibranlı Halit Bey’e yolladığı telgrafta “Halep’te Bozo Bekir’i Necmi Bey’e taktim ettim, buradaki ticaret şubelerini himaye etmesini rica ettim. Vaat aldım”. Buradaki Bozo’nun Kürt, Necmi’nin Fransız olduğu şifreli olarak belirtilmiştir.
Sonuçta, telgrafların yanlış deşifre edilmeleri veya iletişim eksikliği nedeniyle bu alayda görevli dördü subay (Yüzbaşı İhsan Nuri, Vanlı Teğmen Hurşit, Teğmen Rasim ve Teğmen Tevfik), toplam 350 asker 10’u otomatik 380 tüfek, erzak ve mühimmatı da beraberlerinde alarak firar etmişler.
Albay Reşat Hallı, olayı sıradan, ancak büyük bir firar eylemi gibi tarif etse de İnönü Trabzon’da bulunan Cumhurbaşkanı M. Kemal’e sunulan raporda Van, Muş, Bitlis ve Siirt’e tertiplenmekte olan daha geniş çaplı bir ayaklanmanın parçası olarak ele almaktadır.
Bu olayla ilgili olarak Ihsan Nuri, “O zaman Azadî Komitesi’nin bilgisi dahilinde, Kürdistan’ın bağımsızlığı için başlattığı isyan yenilgi ile sonuçlanınca Teğmen Rıza, kardeşi ve damadı tutuklandılar.” ( İ. Nuri 92.S.55-56)
O dönemin önemli şahsiyetlerinden Zinar Silopî, “İsyanın o tarihte başlaması deşifrasyon hatasından değil, Yusuf Ziya Bey’in şahsı tasarrufuyla Bitlis Şubesinin kararından olmuştur.” Diyarbakır Şube Başkanı Ekrem Cemil Bey, olayı Yusuf Ziya’nın hayalperest ve taşkın kişiliğine bağlamaktadır.
En önemlisi, Teğmen Ismail Hakkı Şaweys’e (Cıbranlı Halit Bey’in yanında çalışan 3 subaydan biri olan Şaweys, örgütün şifrelerini kullanan, Suriye’de Fransızlarla, Irakta İngilizlerle görüşen, yabancı dil bilen bir kişidir), göre de bu isyan Azadî merkezinin istek ve emirlerine zıt olarak Bitlis şubesince başlatılmıştır.
R. Olson, Beytuşşebap Isyanından sonra Irak’a kaçan ve İngilizlerle görüşen Kürt subayların Ali Zeki, Ismail Hakkı, Ihsan Nuri, Tevfik ve Ahmet Rasim olduğunu söyler. Bunlar İngilizlerle yaptıkları analizlerden, Azadî mensuplarının, gerçekleştirilen Nasturi Hareketi’nin anti-Kürt karakterini anladıklarını söylerler. Kürtlerde dinsel fanatizmi körüklemek ve Nasturi mallarını yağmalamak, bununla da Azadî’nin bölge Kürtleri arasındaki etkinliğini gölgelemek, Kürtleri İngilizlerle karşı karşıya getirmek planları vardı. Nasturilerin işi bitirilince sıranın kendilerine geleceğini anlamışlar ve buna isyanla cevap vermişlerdir.
Beytuşşebap İsyanının fazlaca dikkat çekmemesi için resmi tarih yazıcılarının bu isyanı, Şeyh Said İsyanı gibi İngilizlerin kışkırtması, irticai gibi karalamalarla lanse edemeyeceğinden, ulusal, seküler ve geniş çaplı olan bu askeri hareketi ancak gözden kaçırmak, önemsizleştirmek istemiştir. Bu nedenle Türkçe kaynaklarda pek yer almamıştır.
Türk tarih yazımı, Kürt ulusal bilincinin oluşmasını önlemek, zayıflatmak için Kürtlerin her zaman emperyalistlerin kışkırtmasıyla hareket ettiklerini yayarak, geçmişlerine karşı utanma ve aşağılanma duyguları yaratmak tezlerini ileri sürer. Oysaki, Azadî Örgütü tüm çabalarına rağmen, hiçbir emperyalistten hiçbir yardım almamıştır.

İSYANIN BASTIRILMASI VE SONRASI

İsyancıların hedefi 18. Alayı ve bol miktarda silah ve mühimmatı ele geçirerek çevre aşiretlerinin katılımıyla kurtarılmış bir bölge kazanmaktı. Bu bölgedeki 8 büyük aşiretin reisleri Azadî örgütünün üyesiydiler, buna rağmen katılımın az olması her halde bunların haberi olmadan Yusuf Ziya Bey’in işi aceleye getirmesinden olsa gerek. Bununla ilgili olarak, Diyarbakır Azadî şube başkanı Ekrem Cemil “Böyle önemli ve büyük bir olayın öncesinden, nasıl Diyarbakır gibi büyük ve önemli bir şubenin haberi olmaz?” demişti.
Önce telgraflara ilişkin, Yusuf Ziya Bey’in kardeşi Ali Rıza, Bahattin ve damadı Faik, sonra Muş-Bitlis yöresinde etkin Hacı Musa Bey tutuklanır. (Bitlis’te)
Soruşturma derinleştiğinde, olayın basit bir firar olayı olmadığı, arkasında Cıbranlı Halit Bey ve Azadî örgütüne kadar uzanan geniş çaplı bir isyan planı olduğu anlaşılır ve tutuklanmalara başlanır.
İsyancı subaylardan Yzb. İhsan Nuri ve 4 arkadaşı, Irak’a giderler ve orada İngilizlere sığınırlar. Daha sonra, Hoybun’un görevlendirmesi ile Ihsan Nuri Ağrı İsyanı’nı yönetir.
Yusuf Ziya Bey, Erzurum’da 10 Ekim 1924’te yakalanır, bir müfreze refakatinde Hınıs-Varto-Muş üzeri Bitlis’e getirilerek tutuklanır. Daha sonra Cıbranlı Miralay Halit Bey Erzurum’da bir süredir gözetim altında bulunduğu evinden “Sarıkamış’ta levazımdaki bir yolsuzluğu tetkik etmekle görevli olduğu” söylenerek alınır. Patnos üzeri Bitlis’e getirilir ve Divani Harp’çe tutuklanır.
Bu sırada Bitlis Valiliğine 2. Fırka Komutanı Kazım Paşa (Dirik) getirilmişti. Vali, Bitlis çevresini emniyete almak için önce tutuklu olan Hacı Musa Bey’i serbest bırakır, Norşin tekkesinden Şeyh Alattin ve Hizanlı Şeyh Selahattin’in isyana katılmasını engeller.
Bundan sonra, Hasenan Aşiret reisi Miralay Halit Bey’in, Zirkanlı Kerem Bey’in (Keremê Kolaxasî) ve Şeyh Said Efendi’nin tutuklanması çabalarına girer. Bu olaylar nedeniyle Şeyh Said’in ifadesinin alınması gerekmektedir. Erzurum vilayetinin yazısı üzerine, Hınıs Kaymakamı Maksut Bey, yaşlı ve hantal diyerek ifadesini alır ve serbest bırakır.
Bu sırada Şeyh Said Efendi’ye, Bitlis Divanı Harp’te tutuklu bulunan Cibranlı Halit Bey’den haber gelir. Halit Bey, kendisine “Hareketin başına geçmesini, kendini ele vermemesini, halkın arasına girerek, ileri gelenlerle görüşmesini, halkın uyandırılması ve birliğinin sağlanması için çalışmasını ve acele etmemesini” rica eder.
Bu haber üzerine Şeyh Said Efendi, Hınıs’tan ayrılarak “1925 Kürt Ulusal Başkaldırı Hareketi”ne adım atmış olur. Isyan 13 Şubat 1925’te Piran’da patlar. 15 Nisan 1925 günü, Şeyh Sait ve yanındakiler Varto-Abdurrahman Paşa Köprüsünde yakalanır. Ve 28 Haziran 1925 günü, Diyarbakır Şark Istiklal Mahkemesince 46 arkadaşı ile birlikte idam edilir.
Beytüşşebap Isyanı, Kürt tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bu hareketten sonra hem iktidar cephesinde, hep de Kürt kesiminde olaylar hızlanmıştır. Azadî Örgütü, ayaklanma merkezi olarak Botan’ı seçmiştir. Daha sonra merkez, kuzeye kaydı, Piran’da başladı. Diyarbakır-Elazığ-Malazgirt merkez olarak gelişti. Devletin çok ciddi caydırıcı önemler ve baskıları sonucu Botan’dan ayaklanmaya ciddi bir destek verilmedi. Daha sonra bu bölgeden de aynı nedenlerle, Ağrı ve Dersim isyanlarına da katılım yeterince olmadığı görülecektir.
Önemli bir sonuç da şudur. İsyana önderlik yapan kadronun ideolojik ve siyasi yapısı değişmiştir. Azadî örgütünde iki kanat mevcuttur.
1- Örgütün modernist kanadı: Bunlar modern okul eğitiminden geçmiş mektepli ve şehirli kadrolardan oluşmuştur. Avrupai fikirli, milliyetçi, seküler/laiklikten yanaydılar. Dine karşı ılımlı, uluslar arası diplomasiye önem veren, demokrat insanlardı. Gazete ve dergileri olan, örgütlü hareket içindeydiler.
2- Örgütün geleneksel dinci kanadı: Kürdistan’ın geleneksel, yerel yapılarının etkisinde olan, aşiret, medrese, tarikat erbabı ideolojisi İslamiyet olan şahıslardır. Bunların ılımlı-modernist çevrelerle dayanışmaları vardı, modern örgütlenmelerden farkı, uluslar arası diplomasiye fazla ilgi duymuyorlardı.
Azadî Örgütü, geleneksel Kürt yapılanmalarını aşan, daha çok ılımlı modernist kanada itibar ediyordu. Bu kanat, sadece kuruluşuna damgasını vurmamıştı, Beytuşşebap Isyanı’na kadar, örgütün denetimini elinde tutmuştur. Cıbranlı Halit Bey, Yusuf Ziya Bey, Keremê Kolaxasî, Hasenanlı Halit Bey, Azadî’nin Bingöl Şube başkanı ve sekreteri Tayip Ali Bey, örgütün merkezi ve kurucu kadrolarını oluşturan Erzurum’daki subaylar, Siirt şube başkanı Ihsan Nuri, Diyarbakır şube başkanı Ekrem Cemil, Zinar Silopi, Dr. Fuat, Hacı Ahti, Dara Hênîli Salih Bey, Kemal Fevzi, İsmail Hakkı Şaweys bu gruptandılar.
Örgütün kuruluş insiyatifi modernist kanatta idi, geleneksel kanada mensup şahısları örgüt saflarına çekenler de bunlardı. Örgüt saflarında var olan şeyh ve din adamlarının, yoğun bir şekilde Azadî’ye akmaları, daha çok 1924 dinsel reformların sonuna denk gelir. Azadî bu tepkileri, ulusal kanada akıtmasını bilmiştir. Geleneksel kanadın en önemli isimleri Şeyh Said Efendi, Şeyh Abdullah Efendi, Şeyh Şerif Efendi benzeri insanlar 1924 yazı boyunca ulusalcı saflara kazanılmışlar ve Azadî çevrelerinde yerlerini almışlardır.
Beytuşşebap İsyanının yenilgiyle sonuçlanması ve liderlerinin tutuklanması, ılımlı modernist kanadın insiyatifinde gelişmekte olan Kürt ulusal hareketinin önderliği, geleneksel dinci kanadın eline geçmesine neden olmuştur. İlerici kanadın yönetici kadroları tutuklanınca veya yurt dışına kaçınca yönetim tamamen şeyhlerin eline geçmiştir. 1924 Eylülündeki isyanı, subaylar, memurlar, mektepliler yönetirken, 6 ay sonraki 1925 İsyanının bütün cephelerine şeyhler komuta etmişlerdir. Asıl mimarları seküler, modernist kanat olmasına rağmen, onların etkinliklerinin kaldırıldığı bir ortamda, şeyhlerin mecburiyetten bu görevi üstlenmeleri, bu hareketin ulusal karakterinin reddi anlamına gelmez. Aksini iddia etmek, süreci ters yüz etmektir, demagoji dir.
Devlet, Cumhuriyet tarihi boyunca meydana gelen direnişleri özellikle “irtica, eşkıyalık ve bölgesel geri kalmışlık” olarak ilan etmiş, literatüründe “Kürt sorunu” olmadığı için, etkin siyasal yanı gizlemiştir. İsyan başladığında tekrar başbakan olan İnönü “İsyanı değerlendirirken dikkatli olmak, herhalde milli bir hareket kabul etmek gerekir” demişti. Ancak Diyarbakır İstiklal Mahkemesi Başkanı karar konuşmasında özetle; “… kiminiz hasis şahsi menfaatlerinize bir zümreyi alet, kiminiz ecnebi kışkırtmasını siyasi hırslarını rehber ederek, hepiniz bir noktaya, yani müstakil Kürdistan teşkiline doğru yürüdünüz” der. Heyeti sabıka için de, “Güya dini ve şer-i ve fakat herhalde, müstakil bir Kürdistan hükümeti teşkil ve tesis eylemek maksadı ile …” söylemiştir.
Resmi ideolojinin mimarlarından Cumhuriyet Gazetesinin Başyazarı Yunus Nadi de Ağrı direnişi için, özetle “Bu ülkede yaşayan herkes Türk’tür, Türk’ten başka bir camia yoktur, dolayısıyla Kürt isyanı da yoktur. Cehalet ve şekavet vardır. Bu hadiseye böyle bir isim vermek siyaseten yanlıştır” der (Cumhuriyet, 13.07.1930).

KÜRT ULUSAL HAREKETLERININ İNGILIZLERLE VEYA BAŞKA EMPERYALISTLERLE İLIŞKILERI

Bağımsızlık talebiyle yola çıkan bir hareketin uluslar arası destek aşamalarından daha doğal ne olabilir. Azadî örgütü de dış destek ihtiyacı duymuş ve destek aramıştır; ancak başaramamıştır. İngilizlerin, Kuzey Kürtlerine tavırları hep olumsuz olmuştur. Irak Yüksek Komiseri Cox’un “Kuzeyde Kürtlerin desteklenmesi Musul sorunun çözümünde lehimizde olacaktır.” raporu, Majestelerinin hükümetinden ve Başbakan Churchill’den kabul görmez (21 Temmuz 1924 ) .
Daha önce de (13 Temmuz 1924) İstanbul’dan gönderilen Mr. Handerson imzalı rapor şöyledir: “Kürtlerin tüm mahalli komiteleri harekete hazır oldukları ve İstanbul’daki Kürt liderleriyle görüşmek üzere Azadî, tam yetkili temsilcisini göndermiş, İngiliz elçiliğinden Mr. Ryan görüşmek istemiş. Reddettiğimizi bildiririm.”
İngilizlerin katkı ve yardımlarının olup olmadığını en iyi bilecek durumda olan İnönü, hatıralarında “Şeyh Sait İsyanını doğudan İngilizler”in hazırladığı hakkında kesin deliller bulunamamıştır” der.

AZADÎ ÖRGÜTÜ LIDERI CIBRANLI MIRALAY HALIT BEY

1882’de Varto (Gimgim)’da doğdu. Babası Mahmut Bey Cibran Aşiret Reisi ve daha önce Van’da kaymakamlık yapmış ve annesi Melekanlı Şeyh Abdullah Efendinin halası (Şeyh Mahmut’un bacısı) aynı zamanda Şeyh Sait Efendinin annesiyle kardeşler. Yani 1925 hadisesinde idam edilen Cıbranlı Halit Bey, Şeyh Sait efendi ve Şeyh Abdullah Efendi teyze ve hala çocuklarıdır. Yine Şeyh Sait Efendi, Halit Bey’in kız kardeşi Fatma Hanım’la evlidir. Halit Bey, İstanbul Kabataş’daki Aşiret Mektebi ve Yıldız’daki Harb Okulun’dan mezundur. Harbiyeden mezun olan 13 yaver yüzbaşısından biridir. “Aşiret-Mektep-Devlet” kitabının yazarı Ergene 1. Rogan’nın dediği gibi “25 Kürt öğrenciden 9’unun ölümü Kürt milli mefküreden dolayı, bu yolda olacak, en ünlüleri Cibralı Halit olmak üzere…”( s.8-10)
Ilk görev yeri Filistin’dir. 1914’de 1. Cihan Harbi’nde Varto’daki Cıbran Alayı (Hafif Süvari Alayı) Ağrı bölgesine, Rus ordusuna karşı gönderilmiştir. 3. Cıbran Alayı Kaymakamı Halit Bey (Maksut) şehit olur. 2. Cibran Alayı Komutanı Cıbranlı Halit Bey ve askerleri büyük kahramanlıklar gösterir, Pasinler ve Çemê Zoro’da yaptığı fedakarlıktan dolayı miralaylık rütbesine terfi eder. Enver paşanın ordusu bu bölgede donunca, dağılıyor. Bu sırada tüm Cıbran Alayları Cıbranlı Halit Bey”e, Hasenan Alayları’da Hasenanlı Miralay Halit Bey’e bağlanıyor, bunlar da Mürsel Paşa fırkasına.
Rus ordusu, Hınıs-Varto’ya kadar gelince Halit Bey’in alayı Elazığ bölgesine gelir, Palu-Sekerak köyünde 1915 kışını geçirir. Ertesi yıl, Hükümet Halit Bey’e Ovacık’ta hükümet konağı kurma görevi verir. Halit Bey, o sırada Belediye Başkanı olan Hıdır Bey’e (İstanbul milletvekilli M. Eren’nin amcası) misafir olur. Alayı onun arazisinde yerleştirir. Oradaki tüm aşiret reisleriyle görüşür, dostluklar kurar. Hükümetin o bölge halkına bakışının iyi olmadığını, bir kaç eski silah falan vererek bu işin savuşturulmasını ister. Öyle de olur. Ancak hükümet, Cibranlı Halit Bey’in niyetini anlar. Onun bu konudaki düşüncelerinden ve onlarla yakınlık kurmasından rahatsız olur. Bu nedenle de Halit Bey”in alayını geri gönderir.
Geri Varto’ya geldiğinde Ruslar çekilmişlerdi. Kendisi Kalçık köyünde Abdelanlı Ismail Ağa’ (Îsmaîlê Seydxan, Varto eski belediye başkanı Nazım Han”ın babası.) nın evinde misafir kalır ve büyük dostluğunu alır. Ailesinden diğerleri diğer Alevi köylerinde o kışı geçirirler. Kardeşi Ahmet Bey (babam Ahmet Sever) Kovik köyünde, amcası Ismail Ağa Saçix’ta, Hasan Efendi, Binbaşı Kasım Bey de Qerac’a yerleşirler. Ertesi yıl Hormek ve Lolan aşiretleri, Hallo başkanlığında büyük milis kuvetiyle, Cibranlılar’a saldırırlar ve mallarını talan ederler (Hallo, Doğu Illeri ve Varto Tarihi adlı kitabın yazarı Mehmet Şerif Fırat’ın amcası ve aynı zamanda da üvey babasıdır. Mehmet Şerif Fırat’ın daha sonra yaptığı işkence ve hakaretlere dayanamayarak, M. Şerif Fırat”ı öldürür (1950).
M. Şerif Fırat “Cibranlı Miralay Halit Bey ile Hasenanlı Miralay Halit Bey ve kardeşleri, aşiretleri silahlandırıyorlar, Kürt kıyafetleriyle köyleri dolaşıyorlar, Cıbranlı Halit’in bizzat yazdığı Nûbihara Piçûkan (Halit Bey’in bir de Eqîda Îmanê adlı Kürtçe eseri var) adlı Kürtçe kitabıyla Ahmedê Xanî’nin Mem û Zîn ve Melayê Cizîrî’nin Divanı’nı köylere dağıtıyolar (s.155)” diyecektir.
Bu fikirlerle yoğrulan “Cıbranlı Halit, 1920 yazında İstanbul’daki KTC reisi Abdulkadir ve Hakarili Ubeydullah ile anlaşarak meclisteki Bitlis milletvekilli Yusuf Ziya’yı da yanlarına alarak Cemiyet-i Akvam vasıtasıyla haklarını alacaklarını, bölgemizdeki köy ve kasabalarda oturan aşiret reisi, şeyh, hoca ve muhtarlardan aldıkları mühürlü mazbataları, KTC’ye oradan da Cemiyet-i Akvam’da çalışan Mustafa Nemrut Paşa ve Kürt Şerif Paşa’ya gönderiyorlardı. Ancak bunların karşısında Alevi aşiretleri, özellikle Hormek Aşireti vardı.” (:156).
M. Şerif, aynı kitabında yine özetle şunları söylüyor, “Halit Bey 15 Haziran 1920’de Keraç köyünde oturan akrabası Bnb. Kasım Bey’in evine gelerek, Hormek ve Lolan aşiret reislerini çağırdığı toplantıda, Kürtler ulu bir soydan gelmişler, biz aşiretler ve mezhepler arası çatışmalardan dolayı 600 yıldır esaret altında yaşıyoruz. Alevi, Sunni hepimiz Kürdüz bir araya gelmenizin ve hakkımızı almanın zamanıdır, der ve Kasım Bey de onu tastik eder. Buna karşılık aşiretleri temsilen Hallo “Biz Kürt değiliz sizinle birlik olmayız!” der.
Cibranlı Halit Bey daha sonra Erzurum’da Mustahkem Mevki Komutanlığına atanır. Bu görevdeyken daha önceden ilişkisi olduğu KTC (Kürt Teali Cemiyeti) dağılmıştı. Halit Bey ve arkadaşları Kürt meselesi üzerinde istişareler yapıyordu. Bağımsızlık hedefiyle Azadî Örgütü Erzurum’da 1921 yılı baharında kuruldu. Ve kısa sürede Kürt aydınları ve ileri gelenleri tarafından benimsendi.
1924 yılı başında Bitlis eski mebusu Yusuf Ziya Bey, Erzurum’a gelerek aşiretleri silahlandırmak ve halkı bilinçlendirmeğe girişir. Barzaniler, Şeyh Mahmut Berzenci ve Simko’dan silah ve diplomatik yardım temin etmeye uğraşır. Bunun neticesinde halktan edinilecek “Halk Temsilcisi” mazbatalarını Suriye üzerinden Cemiyet-i Akvam’a göndermeye çalışma düşüncesi de var. Yusuf Ziya bu kararla birlikte, Cıbranlı Halit Bey’in mektubunu alıp Hınıs’ta Şeyh Sait Efendiye gelir. Kararı ona da imzalatır. Onun da mektubunu alarak, Göksu, Hacı Ömer, Tekman bölgelerinde Zırkan, Gökoğlan bölgesinde Şeylaki, ve Kerbaşı Ağa ve hocalarını ziyaret eder. Oradan da Karlıova’da Cıbranlı Baba ve Kamil Bey’lere, Varto merkezinde oturan Ismail Ağa ve Bnb. Kasım Bey’e, Hasenanlı Halit Bey’e, Zırkanlı Kerem Bey’e Melekanlı Şeyh Abdullah Efendiye, Solhan aşiret reisi Mehmet Ali Çeto’ya gider. Halit Bey bunlara mektuplar yazarak Yusuf Ziya Bey’le işbirliği yapmalarını ister. Mehmet Şerif Fırat’ın kitabında “Halit Bey’in faaliyetlerini mektupla M. Kemal’a gönderenlerin ve ihbar edenlerin Hormek Aşireti ileri gelenleri olduğunu öğreniyoruz.
Bu hadiseler ve ihbarlar sonunda Cıbranlı Halit Bey, pasif bir görev olan askeri Satın Alma Komisyonu Başkanlığına ve daha sonra da evinde gözetim altına alınır.
Bu şartlar altında Halit Bey, “Acaba neden Erzurum’dan çıkıp halkın arasına girmedi veya Azadî Örgütünü harekete geçirmedi?” diyenler çok. Şeyh Sait Efendi de kendisine söyler. Ancak kendisi, mevsimin kış olması, Kürtler’in henüz bilinçlenmediği, birliğin sağlanmadığı düşüncesindedir. Bu düşüncesini hem Şeyh Sait Efendi’ye hem de babam Ahmet Bey’e, amcası oğlu Halil Efendiye söyler.
Babam Ahmet Bey anlatıyor:
“1930 baharında ben, Şeyh Selahattin (Şeyh Sait Efendinin oğlu), Erzurum merkez köylerinden Hılbaşılı Menduh Bey ve Laz Mühürcü Mustafa tutuklanarak, Ankara İstiklal Mahkemesine götürüldük. Mühürcü’de üzerinde Arapça harfleriyle ŞKC (Şimali Kürdistan Cemiyeti) yazan mühür yakalanıyor. Bu mührün, Şeyh Ali Rıza Efendi tarafından yaptırıldığı, Cemiyet-i Akvam’a bazı başvurular için kullanılacağı iddia edildi. Ben bir süre sonra beraat ettim. Şeyh Selahattin de önce idama, sonra yaşı 23’ün altında olduğundan müebbete çevrildi, daha sonra da 1939 genel affıyla çıktı.”
“Ben hapisten tahliye olunca, o zamanki Muş mebusu Hacı İlyas Sami’yi evinde ziyarete gittim. Kendisinden hadiseyi sorunca, bana dedi ki “Gazi M. Kemal, beni Cıbranlı Halit Bey’le görüşmem ve kendisini Kürtçülük fikirlerinden vazgeçirmem” konusunda görevlendirdi. Buna karşılık da ne istiyorsam, (mevki, menfaat v.s.) vereceğini söyleyerek, beni Erzurum’a gönderdi.
“Kalktım Erzurum’a gittim, otele yerleştim. Kendisine, bir pusula göndererek görüşmek istediğimi yazdım. Bir süre sonra, pusulamın arkasına, sizinle görüşmeye maruzum, Halit diye yazarak iade etti. Ben, kızdım, gücendim. Sonra ne olursa olsun, verilen bir görevi yerine getirmeliyim dedim. Ve evine gittim. Kendisine durumu anlattım, rica ettim. Kendisi buna karşı Kürtlerin tüm yardımlarına, dostluklarına rağmen, hükümetin Kürtlerin kimliklerini tanımadığını, haklarını vermediğini, sözlerinde durmadıklarını söyledi. Bu halkın halklı mücadelesini sürdüreceğini söyledi ve sonunda da “Hacı! Hacı! Halit’in boynu ipiniz için hazırdır deyince!” ayrıldım. Ankara’ya döndüm Gazi Hazretleri locada beni bekliyordu. Durumu kendisine anlattım. Artık yapılacak bir şey yoktu!” der babama.
Halit Bey yakalanmadan önce, Amcazadesi Halil Efendi (Kılıçoğlu), Başkentli (Varto’nun köyü) Xelîlê Silo ve Inaklı Abdullahê Zeneabdî’den oluşan heyeti Hacı Musa Bey Bitlis’te tutuklu olduğu sırada kardeşi Nuh Bey’e gönderir. Ancak karşılanış ve görüşmeden endişelenerek geri dönmüşler. Halit Bey, Azadî Cemiyetine bağlılıklarından emin olmak için göndermişti heyeti.
Daha sonra yine Halit Bey’in önerisi ile Şeyh Abdullah Efendi tarafından Azizanlı Sadiyê Talha, Usoyê Solaxî ve Xalitê Haze, Hacı Musa Bey’e gönderilmiş, onlar da iyi karşılanmamışlar ve geri dönmüşlerdir. Durum Halit Bey’e rapor edilir.
Şimdi durum bu iken, Kürtler arasında henüz birlik ve kararlılık tam oluşmamışken, Halit Bey’in harekete geçmesi doğru olmayacaktı. Kendisi de böyle düşündü her halde.
Halit Bey Bitlis’te tutukluyken, Norşîn Şeyhi, Şeyh Alattin, Kazım Dirik’e Halit Bey’le görüşmek istediğini, çevresinin de kendisine baskı yaptığını söyler. Kazım Dirik de (Vali) “Türkçe konuşulması şartıyla” kabul eder. Ancak Halit Bey bunu kabul etmeyince, Vali sonunda razı olur. Halit Bey, Şeyh Alattin’e Kürtçe ve Arapça birer mısra söyler, “DI RIYA YAR Û MÎRAN DE, ME SERÎ DANIYE, Huttu bi bahrın wela zewreqe, Wel behru amiq (Melayê Cizîrî’nin Divanından: Muradımız yolunda bir yola baş koyduk öyle bir derin denize girdik ki ne kayık var ne gemi.) Sonra Şeyh Alattin, Halit Bey’e, “Allah sizi kurtarsın” deyince, Halit Bey de, “Benim kurtulmamı istemeyin, dua edin ki Allah Kürt halkını kurtarsın.” Bunun üzerine Şeyh Alattin kederli bir halde, melasına, “Kalk, biz dersimizi aldık!” der (Şeyh Gıyasettin Emre’den naklen, daha önceden başka yerlerden de duymuştum).
Halit Bey, Bitlis’te tutukluyken birkaç kez kendisini kurtarılma eylemi düşünülmüş. Şeyh Sait Efendi, oğlu Ali Rıza Efendi, Keremê Qolaxasî, Mehemed ve Reşit’e Hetto birlikte (Şeyh Sait’in Hınıs’tan ilk ayrılışından hemen sonra) Azizan’da Cıbranlı Sadiyê Talha’nın evinde iken, diğer Cıbranlılardan Baba Bey, Kamil Bey, Mehmet Ağa Halit Bey’in “Bitlis’i basarak Halit Bey’in kurtarılmasını…” tartışırlar.
Mevsimin kış olması, baharın beklenip Halit Bey’in kardeşleri Selim Bey ve Ahmet Bey’le görüşülerek buna göre karar verilmesi önerilir.
Daha sonra Halit Bey’in kardeşleri Selim ve Ahmet Bey’ler, Sadiyê Talha ve Halil Efendi ve diğer akrabaları, Azadî Cemiyeti üyesi Hasenanlı Halit Bey’le görüşerek Cıbranlı Halit Bey’in kurtarılmasını konuşurlar. Mevsimin kar-kış oluşu, Norşîn Şeyhleriyle, Hoytu Aşiretinin tutumlarının belirlenmesi ve öyle hareket edilmesi kararıyla bahara ertelenmiştir.
Aslında bununla ilgili esas plan şuydu: Şeyh Abdullah Efendi kuvvetleri Varto’yu alacak, daha sonra Cıbranlılar, Hasenanlılar ve Zırkanlılar Hınısı alıp oradan Hasenanlı Miralay Halit Bey’in Komutanlığında Bitlis’e girip Halit Bey’i kurtaracaklardı; arzu oydu; ancak kader öyle olmadı. Bırakın Halit Bey’i kurtarmak, Şeyh Said Efendi, Şeyh Abdullah Efendi, Cıbran Beyleri ve arkadaşlarının kendileri de 15 Nisan 1925 günü Varto yakınlarındaki Abdurrahman Paşa Köprüsü üzerinde teslim alındılar. Daha sonra da Diyarbakır’da idam edildiler.
1925 Kürt Hareketi’nde idam edilen veya kurşuna dizilen Suvaroğuları ailesine mensup kişilerin listesidir: