Memleketim olan Bitlis ve ilçelerinin tarihine dair arşiv çalışmalarına başlamam on beş seneden fazla olmuştur. Aslında doğup büyüdüğüm Tatvan’a ve özellikle de kadim şehrim Bitlis’in tarihine olan merakım ta çocukluk yıllarımda başlamıştır. Merak ettikçe ve sorguladıkça, Bitlis’in ve ilçelerinin tarih açısından ne kadar zengin, köklü ve muazzam bir geçmişi olduğunu ve üstelik birçok farklılıkları da bünyesinde beslediğini yıllar önce keşfettim. Ancak aynı şekilde, bu verileri ve tarihsel gerçekleri başta bazı Bitlisliler olmak üzere, nasıl birtakım çevrelerin bilinçli ve sistemli çarpıttıklarını da gördüm. Özellikle 1926 sonrası basılan Bitlis Salnameleri ile başlayan bu süreç, Şark Islahat Planı Kararları ile perçinlenerek, ne yazık ki günümüze kadar oto-asimilasyon, gerçekleri inkâr, doğruyu dile getirmeme ve çarpıtma şeklinde halen devam etmekte.

Baran Zeydanlıoğlu

Matbu hale getirdiğim ilk çalışmam olan ‘Seyyahların Anlatımlarıyla Bitlis ve Ahalisi’ adlı kitabımın sunuş bölümünde de değindiğim gibi, ‘Merakı olmayan hiçbir şey öğrenemez’ – Goethe.

Tabi ki sadece merak yetmez. Sorgulama, kıyaslama ve araştırma hırsı da olmalı. Somut veri ve arşivlere ulaşılarak neyin ne zaman nasıl ve ne kadar olduğunu kavrayabilmek en önemlisidir. Zaten o verilere ulaşılınca da işin aslını veya uydurmaları veyahut da inkâr edilen tarihi gerçekleri gözler önüne sermek çok daha kolay olur. Yalnız bunu dile getirmek için o kişide bilinç, duruş ve vicdan da bulunması lazım haliyle. Yoksa kökenler Osmanlı’ya, Horasanlara, Buhara ve Iraklara götürülür.

Her ne kadar Bitlis’in geçmişi ve tarihteki sosyolojisine dair doğruları görmezden gelmeyi kendilerine şiar edinmişlerin hoşuna gitmese de bu hakikati söylemek hem akademik hem ahlaki hem de bir Bitlisli olmak açısından farzdır. Somut, net ve şeffaf bir şekilde tüm farklılıklar ve zenginlikler sahip oldukları adlandırmalar kullanılarak aktarılmalıdır. Ancak ne yazık ki bu yapılmıyor. Aksine bazı Bitlisliler çarpıtmaya, tahrifat ve inkâr değirmenine su taşıyorlar. Halbuki arşivler ortada, veriler sabit ve her şeyden önce hakikat çıplak olarak gözlerimizin önünde duruyor.

Hakikat ise, Bitlis’in tarihinde Kürdlerin, Ermenilerin, Süryani ve Yezidi Kürdlerinin olmasıdır. İşte bunları bir türlü dile getirmiyorlar ve Bitlis (ve ilçelerinin) tarihini anlatırken bol bol Selçuklu, Osmanlı, Akkoyunlular ve Dilmaç Oğulları söylemleri ile geçiştiriyorlar.

Ne 8. yüzyıl öncesi Ermeni prensliklerine, ne onlardan sonraki Kürd beylikleri ve Rojkan Kürd hükümeti idaresine değinmiyorlar ki, Kürd Mirlerinin hakimiyeti her ne kadar kısa dönem kesintilere uğramış olsa da ta 1849 yılına kadar sürmüştür. Osmanlı’nın Bitlis’e idari olarak tam hakimiyeti 1849 sonrası başlar. Öncesi, ta 800’lü yıllardan itibaren yani 1000 yıl boyunca Bitlis, Kürd Beylikleri idaresinde hep olmuştur. Selçukluların 40 yıl, Akkoyunluların 28 yıl ve diğerlerinin de Bitlisteki hakimiyetleri çok kısa dönemler sürmüştür. Ama öyle bir lanse ediliyor ki, sanki hep Selçuklular veyahut Osmanlı hakimiyetinde üstelik, nüfus da sanki hep sadece Müslüman Türklerden oluşuyordu gibi söylemler kullanıyorlar. Gerçekler ise tam tersidir.

Zira 1889 Osmanlı Vilayetleri envanterini çıkartan Osmanlı’nın danışmanlarından Vital Cuinet şöyle yazmıştır: ‘Bitlis Vilayeti nüfusu iki ana unsurdan oluşmaktadır. Biri Müslümanlar, diğeri ise Hristiyanlar; yani Kürdler ve Ermeniler. Bitlis Vilayeti’nin hemen hemen tüm güney kısmının nüfusunu Kürdler tek başlarına oluştururken, vilayetin geri kalan kuzey kısmını Ermeniler ile birlikte oluşturmaktalar’.

Nasıl ki İstanbul’un tarihi anlatılırken Bizans ve Rumlardan bahsetmeden sadece 1453 ve Fatih Sultan Mehmet’i anlatmak olmaz ise, Bitlis merkezin ve ilçelerinin tarihi anlatılırken de Rojkilerden, Kürdlerden ve Ermenilerden bahsetmemek olmaz. Eksik olur, yavan olur uydurma olur. Kısacası komik hatta trajikomik olur.

1650’lerde Bitlis’e uğramış ve epeyi de kalmış olan Osmanlı’nın en ünlü seyyahı Evliya Çelebi bakınız ne der: ’Bitlis şehri içinde 40 bin adam olur ki, onlara Rojiki kavmi derler. Elleri ve sakalları kınalı, gözleri sürmeli, temiz dürüst, maarif erbabı hoş-sohbet Kürdlerdir. Bitlis Eyaleti’nde 43 bin Ermeni reaya vardır. Yarısı Muş diyarındadır. Hepsi 17 adet olan Müslüman mahalleleri ve 11 adet de Kefere Mahalleleri mevcuttur’

Mesela Tatvan’ın tarihi ve limanlarının tarihteki önemi anlatılırken, ahalisi olan Ermeniler ve Kürdlerden bahsetmemek büyük eksikliktir. Tüm seyyahlar ve gezgin yazarların verdiği verilerde Tatvan’daki hane sayıları ve kimlerden oluştuğu ta 1900lerin başına kadar bellidir. Yani Ermeniler ve Kürdler. Ayrıca liman işletmesi ve Van Gölü’ndeki taşımacılıkta da Ermeni kayıkçıların egemen oldukları arşivlerde (tüm anlatımlarda) geçer ki.

Tatvan İskelesi, 1890’lar

Tatvan’a dair yine Çelebi not düşer ki, Tatvan o zaman Van Beylerbeyine bağlıdır: ‘Ekrâd (Kürdler) kavmi Tadvân derler. Burada birkaç Ekrad (Kürd) hanesi dışında ev bulunmamaktadır. Bir camiisi var fakat çarşı – pazar veya başka binaları yoktur’. Tatvan Tux, Urtap ve şimdiki feribot iskelesi/tepesi olan mıntıkalardan oluşurdu.

Onun dışında Tatvan ve ahalisinden bahseden diğer bir seyyah da 1867 yılında ilçeden geçen ve orada konaklayan Fransız seyyah Deyrolle’dür. Uzun uzun bu küçük köyü aktaran Deyrolle, Tatvan’daki Ermenilerden de teferruatlı bir şekilde bahseder.

Tatvan Nemrut Dağı yamacında yer alan Şamiran (Çekmece) köyünde konaklayan ve oradan bahseden birçok yabancı seyyah da vardır. Şamiran isminin Asur kraliçesi Semiramis’den geldiği, çok eski bir yerleşim yeri olduğu ve 1900’lerin başına kadar da kilisesiyle bir Ermeni köyü olduğu kaynaklarda geçer ki, köyün şimdiki camisinin de eski bir kilise olduğunu köylüler de belirtir zaten.

Ahlat’ın tarihi ve geçmişi aktarılınca da aynı soyut isimlendirmeler çerçevesinde ve belirli bir ideolojik ve mezhepsel açı ile ilçenin tarihçesi aktarılır. Ne Eyyubi Kürdleri hükümdarlığı ne de Merwani Kürdleri hükümdarlığı pek içerikleri ile dillendirilmez. Yüzeysel olarak ’Eyyubiler ve Mervaniler’ denilerek geçiştirilir.

Kısacası, ne 1071 öncesi oradaki hükümdarların Rojkili Kürdler olduğu belirtilir, ne de Selçuklular gelmeden önce dahi buralarda hem Hristiyan Ermenilerin hem de Müslüman Kürdlerin ve de kısmen de olsa Acem ve Arapların bulunduklarına vurgu yapılmaz. Aynı şekilde Ahlat’taki kadim mezarlık ile ilgili ‘Selçuklu Mezarlığı’ tanımlaması da gerçeği yansıtmaz. Zira o mezarlık ve mezar taşları, Selçuklular ve hatta İslamiyet bu mıntıkaya gelmeden öncesi de varlardı. Tamamı Ermeni mezar taşı mimarisi ile inşa edilmiş olan bu mezarlıkta, üzerlerinde haç motifleri olan Haçkar mezar taşları Ermenilere aitken, Kufi işlemeliler Kürd, Arap ve Farslara aittirler. Ahlat’taki bu Müslüman mezarlığında birçok Bitlisli Kürd bey de yatmaktadır. Mir Ziyad, Mir Yavsi, Mir Karduman, Mir Kaytak, Mir Simban, Mir Şan, Mir Şemseddin, Mir Muhammed Rojki.

Ahlat Meydan Mezarlığı. Müslüman ahaliye ait bölüm

11.yüzyılda buraya ilk kez gelmeye başlayan Türk/Türkmenler ve Tatarlar da bu mezarlığın Müslümanlara ait kısmına gömülmüşlerdir.  Tarihte de bu mezarlığın Müslümanlara ait olan kısmı, Müslüman Mezarlığı adı ile geçer. Yani ’Selçuklu Mezarlığı’ ibaresi yakın zamanda türetilmiştir bir söylemdir.

Ahlat’ta ta 1900’lerin başlarına kadar çok az sayıda da olsalar Rumlar da yaşardı.

1951 yılında Ahlat’ı ziyaret eden ünlü yazar Lord Kinross, orada kaymakam tarafından karşılandıklarını ve kaymakama Ahlat’a 1890’larda gelen seyyah Lynch’ü sorduğunu ve yaşadığını aktarır. Kinross, İngiliz Lynch’in kitabında anlattığı Kürd mezarlarını kaymakama sorduğunda, onun bir hışım ile ’burada Kürdler hiç var olmamış ve hiçbir zaman da yaşayıp ölmemişlerdir. Ahlat çok eskiden beri, 1071 ve o dönemlerden beri hep Türklere ait olmuştur’ dediğini aktarıyor.

Kinross şöyle devam ediyor: ’Türklerin burayı feth etmesinden önce, bir Ermeni şehri olan ve ismi Klath olan Ahlat, Arap akınlarına maruz kalmış. Selçuklular Manzikert (Malazgirt) Savaşı sırasında burayı da işgal etmiş ancak, uzun süre sahip olmamışlar ve çok geçmeden burayı Merwani Kürd hanedanına bırakmışlar. O zamandan sonra da Ahlat hep sürekli Kürdler, Türkler, Moğollar ve Türkmenler ’Akkoyunlular’ arasında el değiştirmiş. Ancak kimi zaman otonom kimi zaman Türk hükümdarlığına tabi olan bir Kürd beyliği olarak hep var olmuştur’. Kinross ayrıca Ahlat için Orta Çağ’da çok önemli bir şehir olduğunu, Şam ile kıyaslandığını ve kısmen Müslüman kısmen Hristiyan olan şehirde Farsça, Ermenice, Kürdçe ve sonra da Türkçe dillerinin özgürce konuşulduğu ve balıkçılığın revaçta olduğunu da belirtir.

Belirli bir zümreye, tek milliyete ve kitleye odaklı çarpıtılmış tarih söylemi Jöntürkler ile 1900’lerin başında başlıyor aslında. Bu zihniyet daha sonra Cumhuriyet ve Şark Islahat Planı Kanunları ile de yasallaşıp 1926 sonrası da uygulanmaya geçiliyor.

Mesela tüm yerli ve yabancı seyyah anlatımlarında ve hatta Osmanlı tahrir kayıtlarında Tatvan’ın Hizan ve Mutki’nin ahalisinin Kürdler ve Ermeniler’den oluştuğu yazdığı halde 1930’lardan sonraki resmi yazım ve eğitim müfredatında buraların ahalisi için ’öztürkler, Müslüman ve öztürkçe konuşurlar’ ibareleri üzerlerine basıla basıla yazılmış ve söylenmiştir.

’ 1930 yılında Ankara’dan tüm valiliklere gönderilen bir talimat:

’Kılık kıyafet, şarkı, düğün, dil ve gelenekler milliyet ve ırk bilincini daima canlı kıldığından ve toplumları geçmişlerine bağlı tuttuğundan bu olguların her zaman ilkel oldukları dile getirilip rağbet gösterilmemesine, yüceltilmemesine ve kötülenip ayıplanmasına özen gösterilmelidir. Kendi dillerini konuşan zümrelere ait fertlerin ve ailelerin isim ve lakaplarını Türkçeleştirmek, nüfustaki kayıtları ve künyelerini fırsat düştükşe değiştirmek (düzeltmek) ve kendilerine hiçbir suretle Kürt, Çerkez, Boşnak, Laz, Türkmen, Tatar, Abaza, Gürcü, Afşar, Pomak lakabı vermemek; köylerine kendi dillerinde isim vermemek, evlerinde ve kendi aralarında Türkçe konuşturmak ve öz yüreklerinden kendilerine Türküm dedirtmek; hülasa dillerini, adetlerini ve dileklerini Türk yapmak, Türkün tarihine ve bahtına bağlamak, her Türk’e teveccüh eden milli ve mühim bir vazifedir’. Şark Islahat Planı Kararları – Ankara 1/1930, sayı 28 (Reşit Tankut’un arşivinden).

Aradan 90 sene geçmiş olmasına rağmen, halen birtakım akademisyen yazar ve araştırmacıların ve de özellikle bu camiada olan Bitlislilerin yukarıdaki bu tür zihniyete hizmet etmeleri büyük bir trajedidir.

Tarih okuması ve aktarımı vicdan, dürüstlük, hakkaniyet ve şeffaflık gerektirir. Mezhepsel, ideolojik veya ırksal bir tarz ile yapıldığında, hamaset, uydurma ve çarpıtmadan başka bir şey de ne yazık ki ol(a)maz.

Bitlis’imizin ve ilçelerinin tarihini aktaracaksak, aslına ve gerçeklerine sadık kalmalıyız. Bu bağlamda, son birkaç yüzyılda memleketimizin inanç ve etnik nüfus dağılımlarına dair arşivlerde olan veriler ile yazımı sonlandırayım.

1660’larda Bitlis’ten geçen ve o dönemin Bitlis Hanı’nı ziyaret eden Fransız tüccar Tavernier, Bitlis sakinleri hakkında bilgi vermezken Bitlis’in Kürd hükümdarı hakkında şöyle yazar: ‘Bitlis Beyi ülkenin en güçlüsü. Diğer beyler ya Osmanlı Padişahı’na ya da İran Şahı’na bağlı olup biat ederken, Bitlis Beyi kimseye biat etmemekte. Her iki devlet de bu Bitlis Beyi ile iyi geçinmek zorundalar. Sultan’ın (Osmanlı) ve Şah’ın (İran) sınırları boyunca topraklara sahip olan ve buradaki dağlarda güvende olan Kürdistan Beyleri, bir tür özel derebeyleri gibiler. Bunlar ne Sultan’dan ne de Şah’tan korkarlar’

1849 yazı Trabzon üzeri gelip Bitlis’ten geçen ünlü arkeolog Layard, Bitlis’e dair şu notları tutmuştur: ’Kürdistan’ın bu kısmının ana ticaret güzergahı burasıdır ve şehrin aşağı kısmında bulunan çarşı her zaman çok revaçtadır. Genellikle bu mıntıkanın dağlarında yetiştirilen ürünler çarşıda satılmakta ve Bitlis, Siirt ve Cizre’nin kök boyası ile renklendirilmiş/dokunmuş kumaşlar en gözdeleridirler. Bu rengarenk kumaşlardan yapılmış kıyafetleri giyen Kürdler ta Doğubeyazıt’dan Süleymaniye’ye kadar aynı özelikleri taşımaktalar. Ticaretin akışı Erzurum ve Musul’dan gelen tüccarlar gerçekleştiriyorlar. Burada üretilen ve yetiştirilen ürünlerin kalitesinden dolayı rağbet çok ve Avrupa’ya dahi ihraç edilmekte. Bu şehirde 700 Ermeni ve 40 Süryani aile yaşamakta. Buranın vadi ve yaylaları yazları ve kışları ’Koçer’ diye adlandırılan göçebe Kürdlerin kara çadırları ile kaplıdır ki, onlar Sıloki, Hamki ve Babosi aşiretleri mensuplarıdırlar

1879 yılında Bitlis’i ziyaret eden İngiliz araştırmacı seyyah yazar H. F. Tozer şehrin nüfusu hakkında şu bilgileri verir:

‘Şehirde 3 000 civarı hane var.

Bunların 2 000’i Kürdlere ait,

1 000’i Ermenilere,

50’si Süryanilere ve

20’si de Türklere aittir

1892 tarihli Bitlis Salnamesi’nde ise şu bilgiler bulunmaktadır: 

‘Vilayetin varlığını ve eski durumunu tetkik ve keşif bahsinde geçmişe dönülecek ve karanlık meçhul görüşler içerisinde kalmak doğal olacaktır. Fakat halıhazırda Osmanlı Asya’sının Kürdlerinin sakin olduğu vilayetler arasında en dikkati çeken mevkiinde bulunmak meziyetiyle Bitlis’i beyan etmeye lüzum yoktur. Bitlis, yine güneybatısında başlayarak her yeri Osmanlılığa has sadakat ve mükemmel kahramanlıklarıyla meşhur Kürd kabilelerinin yaşadığı ve kendi nazarlarında hürmet gösterdikleri vatanları olan Garzan ve Diyarbekir üzerinden Halep’te son bulan bir hattın başlangıcındadır. Bitlis dâhilinde bulunan Hristiyan köylerinin toplamının dördü beşi oranında Kürd köyü vardır. Bitlis’te hiç bir kaza, nahiye ve köy yoktur ki; orada Ermeni yerleşik olsun da Kürd olmasın. Nüfus sayımı tam olarak icra edildiği takdirde, Müslüman nüfusa oranla Ermeni, Protestan, Katolik, Süryanî, Keldânî milletlerinden ibaret olan gayr-i Müslim nüfusun ancak dörtte bir oranında olacağı düşünülmektedir’

Baran Zeydanlıoğlu, 14 Mayıs 2020

Kaynaklar

Lord Kinross, ’Within the Taurus – A Journey in Asiatic Turkey’, Londra, 1954

Travels in Lazistan and in Armenia, 1869,

Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 4. Kitap, I. Cilt, Yapı Kredi Yayınları, 2012

Jean-Baptiste Tavernier, ’Le Six Voyages de J B Tavernier en Turquie en Perse et aix Indes’, Paris, 1675

Nineveh and Babylon, Travels in Armenia, Kurdistan and The Desert, A. Layard, New York, 1853

F. Tozer, Turkish Armenia and Eastern Asia Minor, London, 1881

‘La Turquie D’Asie Geographie Administrative, Statistique, Descriptive Et Raisonnee de Chaque Province de L’Asie-Mineure, Paris, 1894 (III. Basım)

Bitlis Salnameleri 1892 – 1900, düzenleme E. Y. Azap, BETAV Yayımları

Bitlisname kaynak gösterilmeden yayınlanamaz