Bitlis’te konuşulan diller, inkar ve asimilasyon
- 19 Ocak 2022
- 2
Bir çok kavim ve medeniyete ev sahipliği yapmış olan Bitlis, hem mimari hem de kültürel olarak muazzam bir geçmişe sahiptir. Tam olarak ne zaman ve kimler tarafından inşa edildiği bilinmeyen Bitlis Kalesi, Bitlis şehrinin ana yerleşim yeri ve şehrin can damarı konumundaki iç ve dış surları odaklı olarak, tarih boyunca önemini korumuştur. Zira Bitlis demek kalesi ve surları içinde dilleri ve ananeleri ile yaşayan ahalisi demekti.
Baran Zeydanlıoğlu
Hep “Urartular” tarafından yapılmıştır’ cümlesi ile Bitlis’in, yani kalesinin inşa dönemine atıfta bulunulsa da, daha da öncesinden yani ta Hurriler – Mittaniler zamanından beri var olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Binlerce yıllık geçmişe sahip olan bu kadim şehir Bitlis’e hakim olmuş toplumların dilleri olarak Hurri dili, Mittani dili, Asurca, Med dili, Latince, Fars/Pehlevice, Ermenice, Antik Yunanca ve Rumca, Süryanice (Aramice), Kürdçe, Arapça, Tatarca, Moğolca, Türkmence ve Türkçe (Osmanlıca) dillerinin, tari- hin değişik dönemlerinde konuşulmuş olduklarını rahatlıkla belirtebiliriz.
Yalnız burada dikkat edilmesi gereken önemli husus, bir çok değişik kavmin ve dillerin Bitlis’ten geçmiş olmasına rağmen, şehir merkezindeki yerli ahali tarafından konuşulmuş ve konuşulmakta olan iki ana dil, hep Ermenice ve Kürdçe olmuşlardır. Her ne kadar belirli dönemlerde Farsça ve Arapça, özellikle (Müslüman ahali olan Kürdlerin) yazı dili olarak ağırlıklarını korumuş olsalar da, toplumun iki ana unsurunu oluşturan Ermenilerin ve Kürdlerin kendi dilleri hakim diller idiler. Yani Ermenice ve Kürdçe. Bu iki dilin ağırlıkları da hem bölgeyi ve şehri ziyaret etmiş seyyah anlatımlarından, hem de Bitlis Vilayeti resmi arşivlerinde belirtilmişlerdir. En azından 1. Dünya Savaşı’na kadar Bitlis merkezde konuşulan diller Kürdçe, Ermenice ve Türkçe (Osmanlıca) idi, ki Osmanlıca sonradan gelmiş ve Cumhuriyet’in ilanına kadar idari bir lisan olarak var olmuştur. Bunun yanında medrese eğitimi almış ahali Farsça ve Arapça da bilirdi. Şehrin çok küçük bir azınlığı olan Süryanilerin de 1800’lerin sonlarına kadar Süryanice (Aramice) konuştukları arşivlerde mevcuttur.
1046 yılında Van üzeri gelip Bitlis’ten geçmiş İranlı ünlü seyyah Nasır-i Hüsrev’in Ahlat’tan geçerken hem oranın ve bölgenin idaresinin Merwani Kürdleri’nde olduğunu belirtmesi, hem de Ahlat’ta konuşulan diller hakkında ‘Ahlat’ta Farsça, Arapça ve Ermenice olmak üzere üç dil konuşuluyordu’ ifadesi önemlidir, zira o tarihte Ahlat ve Bitlis’e henüz Türkce lisanının gelmediğinin de bir göstergesidir.
Peki sadece Bitlis merkezde konuşulan Azerice/Türkmence lisanının ve genel itibari ile Osmanlıca/Türkçe’nin Bitlis’teki tarihçesi nedir?
Tam olarak nasıl adlandırılacağı bilinmediğinden ’Bitlislice’ veya ’Bitlis şivesi’ diye nitelendirilen, ancak sadece Bitlis merkezde konuşulan Türkçe’nin, daha doğrusu Azerice/Türkmence lisanının tarihsel geçmişi ise Şerefxanlar’ın Nahcıvan’dan Bitlis’e dönüşleri ile başlar.
Ancak öncesinde, yani 1140 yılındaki Selçuklu Azerbeycan Atabeyleri’nin Bitlis’teki Kürd beylerine saldırısı ve şehri ele geçirmeleri sonrasında bölgeye ikamet etmiş bazı Türkmen aileler de mevcuttur. Bu konu ile ilgili Şerefname’nin yazarı da olan Bitlis hükümdarı Şerefxane Bedlisi, 1597’de Farsça kaleme aldığı eserinde şöyle yazar:
’534 (1140) senesinde Selcuklu Atabeyleri’ne bağlı ordular Kürdistan ve Diyarbekir taraflarına doğru harekete geçip buraların ünlü kale ve şehirlerinden Bedlis, Cezire, Aşut, Akra ve diğerlerini istila ettiler. Bu Selçuklu Atabeyleri’nin Kürdistan’daki, özellikle de Bitlis Kalesi ve şehri üzerindeki egemenlikleri kırk yıldan fazla sürdü. Ta ki Mısırlı Kürd Eyyubiler tarafından 576’da (1180) yenilgiye uğrayana kadar. Bu dönemden Bitlis vilayetinde ’Seraciyan’ adlı bir topluluk kalmıştır, ki bu Selcuklular’ın kalıntılarından başka bir şey değildir. ’Seraciyan’ sözcüğü ise ’Selçukiyan’ sözcüğünün Kürdçesidir. Tac Ahmed, Kara Kote, Kuli Özbekan aileleriyle diğerleri bu kalıntı topluluğundandır’.(Şerefname sayfa 462)
Akkoyunlu Türkmenlerin 1400’lerin sonlarına doğru Bitlis ve kalesine saldırması sonucu, Bitlis Rojkanlı Kürd beyleri İran’a (Safaviler’e) sığınmak ve oraya onlarca aileleriyle birlikte göç etmek zorunda kalmışlardır. Her ne kadar Türkmenlerin Bitlis’teki işgal ve hakimiyetleri 29 sene sürmüşse de, Bitlisli Kürdlerin İran ve Azerbeycan diyarlarında bulunmaları uzun bir süreyi almıştır. Bitlisli Kürdlerin Türkmenlerle diyaloğları ve hatta kız alıp vermeli daha önce de tek tük olmuşsa da, Safaviler diyarında kaldıkları süre içinde hem kendileri hem de çocuk ve torunları da Türkmen kadınları ile evlilikler yapmışlardır. Öyle ki Şerefname’nin yazarı Şerefxane Bedlisi’nin annesi de Tokat Bayındırlı’nın kızı idi. Yapılan bu evlilikler sonucu doğan ve Farsça eğitim alınıp annelerinden dolayı da Türkmence/Azerice öğrenerek yetişen bu üç dilli (Kürdçe, Farsça, Azerice) kitle, yaklaşık 1000 kişi olarak hizmetçileri, lalaları, muhafız, cariye ve köleleri ile beraber 1579’da Bitlis’e dönmüşlerdir. Bu dönüşleri onların İran Azerbeycanı ve Türkmence ile irtibatlarının koptuğu anlamına gelmediği gibi, aksine her sene oradan Bitlis’teki bağ ve bahçelerde çalıştırılmak üzere binlerce ırgat ve bahçıvanı sezonluk işçi olarak getirtip götürtükleri gibi, ticari ve siyasi olarak da sürekli diyalog halinde kalırlar.
Bitlis merkezin o tarihteki nüfus oranı göz önüne bulundurulunca, sürgünden Bitlis’e hükümdar ve asilzade bir sınıf şeklinde dönen bu topluluğun şehrin yapısını nasıl etkilediği tahmin edilinebilinir. Azericeye hakim oldukları gibi Kürdçeye de hakim olan bu saray ahalisinin, Kürdçenin diğer lehçelerini de bildikleri arşivlerde de geçer. Mesela Kürdçe’nin Bitlis’teki hakimiyetini, Şerefxanların Nahcıvan dönüşlerinden yaklaşık 80 sene sonra, yani 1650’lerde Bitlis’i ziyaret edip Kürd hükümdar Abdal Han’ın misafiri olan seyyah Evliya Çelebi şöyle anlatır:
’Bitlis şehri içinde 40 bin adam olur, ki onlara Rojiki kavmi derler, yani ’roziki’ bir-gün demek olur, ki bu da birgünlük dost demektir. Kürd kavmi olan bu Rojikiler, diğer Kürdler gibi gözü kara değillerdir, ancak elleri ve sakalları kınalı, gözleri sürmeli, temiz, dürüst maarif erbabı hoş-sohbet adamlardır. Bu şehir halkının başka Rojiki lehçeleri de yerinde yazılır. Bitlis eyaletinde ayrıca 43 bin de Ermeni reayalar vardır. Yarısı Muş diyarındadır. Bu Bitlis’teki Rojiki kavmi seçkin Kürdlerdendir ama bu kavmin aralarında bir çeşit fesahat ve belagat üzre nazikçe konuşulur. Kendilerine mahsus özel kelimeleri vardır ve onu başka diyar Kürdleri anlamazlar. Bu Rojikiler 12 Kürd lehçesini fasih ve beliğ bilirler’.
Bu açıklamalardan sonra Evliya Çelebi, ’Rojiki Kürdü lehçesiyle şanlı hanın tahmisi, segah makamında semai usulde okunur’ başlığı ile sekiz bölümlük bir Divan Yazını (Beşleme) paylaşır. Bu yazın örneğinde Kürdçe ve Türkmence’nin nasıl içiçe kullanıldığını kelime kelime çevirisini yaparak açıklar. Bu tahmisin sonunda ise Çelebi şu ibareyi de ekler:
’Bitlis halkının bu yazılan özel lehçelerinden başka binlerce kelimeleri vardır ama bu kadarı yeter’. (bkz. Seyahatname, sayfa 141-144,YKY yayınları).
Şehir ahalisinin dil yapısı konusundaki başka detayları da yine Bitlis ve civarından geçmiş doğulu ve batılı sayyah anlatımlarından görmek mümkün. Mesela 1838 yılında Muş ve Bitlis mıntıkaları da dahil olmak üzere çok büyük bir coğrafyayı gezerek notlar almış Amerikalı rahip Southgate, şehrin medreselerindeki öğencilerin Farsça, Arapça, Türkçe ve Kürdçe eğitim aldıklarını aktarır. Southgate ayrıca, medreselerde Arap alfabesi ile yazılmış Kürdçe kitapların kullanıldığını da gördüğünü ve çok şaşırdığını dile getirmiştir.
Bitlis şehrinin etnik ve dilsel zengiliği detayını Southgate’in şehrin girişinde karşılaştığı dönemin Kürd Beyi ve şehrin idarecisi Şerif Bey ile olan diyaloğundan da anlıyoruz:
’29 Haziran 1838’te Bitlis’e girdik. İçerisine girdiğim handa Bitlis Beyi ile görüşmek istediğimi söyledim. Bu durumda ben hemen Erzurum Paşası’nın bana vermiş olduğu buyruğu çıkartıp Bey’in katibine uzattım. Paşanın buyruğunu duyan Bey hemen içeriğinin ne olduğunun okunmasını emrederek kendisini toparlayıp hanın girişine yığılmış kalabalığa da yüksek sesle Kürdçe bir şeyler söyledi. Bey’in onlara ne dediğini anlamasam da, yüz ifadesi ve ses tonundan kızgın olduğu aşikardı. Neyseki Paşa’nın buyruğu arzu edilen sonucu vermişti, ki Bey hemen kapıdaki kalabalığa tekrar döndü ve bu sefer Türkçe olarak ’misafirimizi ağırlayıp ona gereken ilgi ve alakayı göstermemiz gerekiyor’ diye ekledi. Kalabalıkdan gözgöze geldiği ve bu talebi de onaylayan kişi, benim mektubunu vermem gereken Ermeni tüccar M’den başka birisi değildi’. (bkz. Narratives of Horaito Southgate, 1840)
Bitlis’in son Kürd hükümdarı olan Şerif Bey’in idaresini siyasi bir hamle ile 1849’da ele geçiren Osmanlı, Şerif Beyi İstanbul’a sürgüne gönderirken, onun yerine bir Arnavut vali atayarak, ilk defa Bitlis’e tam anlamıyla hem askeri hem de idari olarak hükmetmeye başlamıştır.
1514 Çaldıran Savaşı sonrası kısmi olarak Osmanlı ile ittifak kurup, bağımsız Kürd Beyliği statüsünde hep devam etmiş olan Bitlis, 1849 tarihi ile artık tamammen Osmanlı hakimiyeti altına girmiştir. Bu tarihten sonra artık Bitlis Kürd Beylik dönemi sona ermiş ve Bitlis bir İstanbul vilayeti konumunda yönetilme sürecine girmiştir. Haliyle atanan memurlar askerler ve resmi temsilcilerin şehir merkezinde bulunması ile Osmanlıca/Türkçe zamanla daha da oturmaya ve Bitlisli yerli aileler tarafından daha egemen bir şekilde kullanılmaya başlamıştır. Açılan Maarif ve Rüştiye mektepleri, çıkan gazetelerin dil odağı hep Osmanlıca/Türkçe cereyan etmiştir. Bir kaç yüzyıllık Azerice/Türkmence dil bilgisine sahip olan Bitlis ahalisinin bu yeni dil duruma adaptasyonu zor olmamıştır, ki 1915’teki Ermeni nüfusun Bitlis tarihinden silinmesi trajedisi sonrası, yeni Cumhuriyet’in Türkçe’sine geçiş de aynı şekilde vuku bulmuştur. En azından Bitlis merkezdeki aileler açışından kolay olmuştur bu geçiş ve kabullenme süreci, zira kazalar ve köylerdeki ahalinin hakim olduğu dil halen Kürdçe idi. Bu durumdan dolayı şehirdeki Kürd ailelerin kendilerini daha farklı bir statüde saymaları yani şehirli ’bajari’ olarak görmeleri, diğer taraftan şehir dışındaki Kürdleri ise ’gundi’ yani köylü olarak tanımlamaları daha belirgin bir duruma yükselmiştir. Bajari ve Gundi kelimeleri Kürdçe’dir. Bu durum 1920 -30’lar da daha da siyasi bir aidiyat halini alacaktır.
Bitlis ahalisi ve şehirde konuşulan diller konusunda başka bir kaynak da, 1800lerin sonlarına doğru basılmaya başlanmış Bitlis Salnameleri, yani ’Yıllıkları’dır.
Birinci Dünya Savaşı dönemine kadar basılan bu salnamelerde, Bitlis Vilayeti ve Bitlis merkez ve kazalarına dair çok teferruatlı bilgiler objektif olarak yer almışlardır. Konuşulan dillere de açıkça değinilerek, ahalinin etnik ağırlığı ve nüfus oranları dahi belirtilmiştir. Ancak I. Dünya Savaşı sırasında basılmayan salnameler, yeni ilan edilen Cumhuriyetle birlikte 1925 – 29 arası resmi ideolijinin ve beklentinin doğrultusunda çarpıtılarak basılmışlardır. Yıllık basımı uzun bir dönem kesintiye uğrasa da, 1960 ve 70’li yıllarda ’Bitlis İl Yıllıkları’ adı altında tekar var olmuşlardır.
Örneğin 1892 Bitlis Salnameleri’nde Bitlis nüfusunun iki ana toplumunu oluşturan Kürdler ve Ermeniler’e dair tüm detaylar nahiye, köy ve kazalar da dahil olduğu gibi aktarılırken, 1925 sonrası basılan yıllıklarda özellikle Şark Islahat Planı Kararları sonrası, Türklük ve Türkçe’nin ön plana çıkarıldığı görülüyor.
1892 tarihli Bitlis Salnamesi’nde: ‘Vilayetin varlığını ve eski durumunu tetkik ve keşif bahsinde geçmişe dönülecek ve karanlık meçhul görüşler içerisinde kalmak doğal olacaktır fakat halıhazırda Osmanlı Asya’sının Kürdlerinin sakin olduğu vilayetler arasında en dikkati çeken mevkiinde bulunmak meziyetiyle Bitlis’i beyan etmeye lüzum yoktur. Bitlis, yine güneybatısında başlayarak her yeri Osmanlılığa has sadakat ve mükemmel kahramanlıklarıyla meşhur Kürd kabilelerinin yaşadığı ve kendi nazarlarında hürmet gösterdikleri vatanları olan Garzan ve Diyarbekir üzerinden Halep’te son bulan bir hattın başlangıcındadır. Bitlis dâhilinde bulunan Hristiyan köylerinin toplamının dördü beşi oranında Kürd köyü vardır. Bitlis’te hiç bir kaza, nahiye ve köy yoktur ki; orada Ermeni yerleşik olsun da Kürd olmasın. Nüfus sayımı tam olarak icra edildiği takdirde, Müslüman nüfusa oranla Ermeni, Protestan, Katolik, Süryanî, Keldânî milletlerinden ibaret olan gayr-i Müslim nüfusun ancak 4/3’ü oranında olacağı düşünülmektedir. Bitlis’in doğal silsilesi, Bayezit sancağı[Ağrı] dâhilinde bulunan Balıklı Gölü civarından ve daha ilerilere Ararat [Ağrı], Palandöken, Dersim, Bingöl gibi büyük dağlardan başlayarak, doğal uzunluğu doğudan Van Gölü, batıdan Genç ve Muş ve Sason silsileleriyle Bitlis’e ve daha aşağılara kadar uzar. Bu dağlar bir doğal istihkâm sayılır ve zirveleri aylarca kar ve buzlarla kaplıdır. Alışık olmayanların barınmalarına uygun olmayan ve soğuk havaların daimi dolaşım yeri olan Kürdistan Dağarı ve bu dağların aralarından ve ovalarından geçerek zaman zaman bol akışıyla geçişi kolay olan büyük sular da Bitlis’in konumunun önemini ve engellerini belirlemeye yeterlidir’ (bkz. Bitlis Salnameleri 1892-1900, E. Y. Azap, BETAV Yayımları).
1925 – 1929 Bitlis Yıllıkları’nda: ’Şehir; Romalıların, Arapların, Türklerin ayrı ayrı ve uzun zamanlar ellerinde kalmıştır. Osmanlıların Anadolu’ya istilalarından evvel ve sonra Bitlis havalisi genellikle Türk kabilelerinin geçit mahalline denk gelmiştir. Bu yüzden kasabalar tamamen Türklerden ibaret olup, halk Türkçe konuşur.’
Şark Islahat Planı Kararları çerçevesinde ve İsmet İnönü’nün ‘Doğu/Kürt raporu’ çalışmaları neticesinde Bitlis merkez de dahil tüm mıntıkada uygulanmaya başlayan tekçi ve inkarcı resmi politikalar, özellikle Bitlis merkez ahalisinin de otoasimilasyona gitmesine, aslını inkar ederek, yeni nesillerin asimilasyona uğramasına neden olmuştur.
“Bitlis, Hizan ve Mutki arasında suni olarak daima devlet kuvveti ile vücuda getirilmiş bir Türk merkezidir. Bitlis olmasaydı bizim onu yaratmamız gerekecekti.” – (İsmet İnönü, Kürt Raporu, 1935)
Öyle ki aileler çocuklarını artık sadece ‘Bitlis Şivesi’ olan Azerice/Türkmence ile yetiştirip, Kürdçeyi sadece ‘gundi’ olan akrabaları ziyarete gelince ev içerisinde kullanmaya özen göstermişlerdir. 1914 Bitlis hadisesi (isyanı) sonrası idam ve sürgünler ve 1925 Azadi hareketi mensuplarının Bitlis’te idam edilmelerinin yarattığı korku ve atmosfer, Türkçe’ye hakim olan Bitlis merkezli Kürd aileler, resmi otoriteye kendilerinin köylü Kürdler’den farklı olduklarını ispatlamak için ‘onlar Kürt biz Türkmen’iz, aslımız da Türkistan, Buhara ve Horasan’dır, ki zaten dilimiz de Türkmencedir’ söylemini dile getirmeye başlamışlardır. Bitlis’te yüzyıllardır yerleşik olan bir kaç gerçek Türkmen asıllı aile ile birlikte, artık Bitlis’in tüm Müslüman ahalisi ‘Öztürk’ olarak anılmaya başlanarak, dilleri de ‘Öztürkçe’dir söylemi lanse edilir. Bu söylem ve yazılı tarih dizeleri sadece Bitlis merkez için değil, köy ve kazalarını da kapsayacak bir şekilde, tüm bölge için artık resmi bir tarih anlatımı haline gelmiştir.
Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması kararı (1925), Soyadı Kanunu (1934) ve aynı yıl 1934’te çıkartılan Kılık Kıyafet Kanunu da diğer şehirlerde olduğu gibi, Bitlis’te de köklü sosyolojik ve kültürel depremlere sebep olmuşlardır.
1960’larda Bitlis’in yerlisi olan yazarlar dahi, dönemin şartları gereği yayımladıkları ‘Bitlis Tarihi’ içerikli yayımlarda, dedeleri Şerefxanlar tarafından 1500’lerde inşa edilen cami medrese ve hanlar için ‘1100’lerde Selçuklular tarafından inşa edilmiştir’ veya Türkçe’de hiç bir kelime ‘J’ ile başlamadığı halde, Kürdçe kirpi anlamına gelen ‘Juji’ içerikli mizahi bir anlatım için: ‘Bitlis lisanında kirpi olup başlı başına Öztürkçe olan bir kelimedir’ diye ‘Jüjü Avı’ şeklinde sunum yapmışlardır. (Bkz. Bitlis’i Tanıyalım, Celal Kayaoğlu, 1967).
Bu tür hem kültürel, hem mimari hem de tarihi eserlerin geçmişlerine dair sözlü ve yazılı anlatımlarda, çarpıtma ve uydurmalar çok yaygın şekilde yer almışlardır. Zeydan Mahallesi’nde türbesi bulunan alim Şeyh Tahir-i Kurdi’nin ismini Gurgi yapıp ‘aslen Gürcistan’dan gelmiştir’ diye bir de hikaye uydurulmuştur mesela. Aynı şekilde olmayan ‘Beş Minare’ ve yaşanmamış ‘baba – oğul hikayesi’ gibi anlatımlar.
1971 ve 1973 Bitlis İl Yıllığı kitaplarında daha başka örnekler de mevcuttur. Örnek olarak:
Günümüzde dahi Bitlis yerli kültürü ve tarihine ait Kürdçe ve Ermenice olan bir çok deyim, kelime, ağıt, şarkı, köken ve efsanenin, Bitlisli ‘yazar’, ‘araştırmacı’, ‘sanatçı’ ve ‘kültür insanı’ ünvanlılar tarafından, ‘Bitlislice’ veya ‘öztürkçe efsane’ diye, hatta ‘Arabistan, Yemen veya Türkistan’dan gelme’ iddiaları ile lanse edildikleri bilinmektedir.
Bitlis merkezde konuşulan günümüz Türkçesi halen Azerice/Türkmence ana yapılı olup içerisinde epeyi de Kürdçe, Ermenice, Farsça ve Arapça kelimeler ihtiva eder. Buna bir örnek olan, yakın tarihte Bitlis Belediyesi tarafından yapılmış bir anons ile yazımızı sonlandıralım.
“Diqat diqat*,
êlan var êlan,
Qeledeki kegrikler qeledan eşaği pangor klorlıyêler,
Qele altınde berojlenen tolazlerın özlerine muqayyet olmeleri tavsiye olır”
- Qele: Kale
- Kegrik: Keçi
- Pangor: Taş
- Tolaz: İşsiz güçsüz gezen
- Beroj: Güneşlenmek
Baran Zeydanlıoğlu, 23 Şubat 2019
Kaynaklar:
Bitlis Salnameleri, E. Yaşar Azap, BETAV, 2017
Şerefname, Kürt Tarihi, M. E. Bozarslan, 1971
Sefername, Nasır-i Hüsrev
Evliya Çelebi Seyahatnamesi, YKY, 2011
Narrative of a Tour Through Armenia, Kurdistan, Persia and Mesopotamia, H. Southgate, 1840
Bitlis’i Tanıyalım, C. Kayaoğlu, 1967
Bitlis İl Yıllığı, 1971 & 1973
Kürt Tarihi Dergisi
Bitlisname kaynak gösterilmeden yayınlanamaz