Kozanoğlu aşireti- Kürdler, Türkmenler, Yörükler
- 19 Ocak 2024
- 21
Rahmetli Necmettin Erbakan’ın kökeninin Kozanoğlu aşiretine dayandığına dair söylemlerin tekrar gündeme gelmesi ve bu söylemler akabinde sosyal medyada tekrardan gelişen ‘Kozanoğulları Kürd mü – Türkmen mi’ tartışmaları üzerine, biraz kaynak paylaşmanın faydalı olacağına karar kıldım.
Zira Kozan aşiretinin Eşîra Xozan adıyla Kürdler tarafından Kürd oldukları bilindiği gibi, ozanları meşhur Evdalê Zeynîkê’nin bu aşiret üzerine söylediği kilamı (yaktığı ağıtı) da halen dillerdedir:
“…van nexweşa nale-nale,
Li welatê xeriba ne ci ye ne nivîn e ne berpal e,
Derde van nexweşa tasek ava zozanêd Silîbanî sar e.
Çûme Xozanê, serê sûka
Rojê tebatiya me tüne ji dest germê,
Şeve xewa me nayê ji dest waqe-waqa van wawika,
Kulê tu bikevî mala xweyîyê vê Xozanê,
Çawa ji hev qetandiye deste gelek zava û bûka
Wey Xozanê, wey Xozanê…’
Bu kilam (ağıt), Adana’daki başkaldırılarda paşa ve askerlere 400 süvarisiyle beraber destek vermesi için Bazîd (Doğubayazıt – TOPRAKKALE) beyi Sürmeli Mehmed’e (Paşa) gönderilen ferman sonrası, Paşa’nın dengbêjinin (ozan) yaktığı ağıttır. Sürmeli Mehmed Paşa ise İshak Paşa Sarayını 1680’lerde yaptıran Kürd Abdi Beg’in torunudur.
Kozan aşiretinin hem bazı kaynaklarda Türkmen olarak geçtikleri hem de o aşirete günümüzde mensup bazı şahsiyetlerin asıllarının Türkmen olduklarını söylemeleri bilinen bir durumdur. Tüm tarihi eserleri Selçuklulara ve tüm Kürd aşiretlerini de Türkmenlere bağlamaya çalışan bir zihniyetin varlığı da mevcut olduğundan arşivler, belgeler, eski kaynaklar ve seyyah anlatımları bu konuda neler demektedirler diye bir bakalım.
Baran Zeydanlıoğlu
Tarih içerisinde kaderleri kesişen değişik etnisitelere sahip aşiret, boy ve milletlerin birbirlerinin dilleri, inançları ve aynı coğrafyada geleneklerinden etkilenmeleri kaynaşması kaçınılmazdı(r).
Orta Asya üzerinden 1000’li yıllarda gelen Türkmen boylarının Horasan- Irak-ı Acem ve Anadolu üçgeni dahilinde yerleştikleri mıntıkalarda karşılaştıkları Kürd aşiretleri ile münasebetleri o tarihlerden beri var olmuştur.
Bu durum Selçukluların Diyar-ı Rum bölgelerine ilerlemesi ile de devam etmiş ve bazı Kürd beylerinin Selçukluların Uç Beyleri olarak ta Ege sahillerine kadar gitmelerine de neden olmuştur. (Aslında Kürdlerin Anadolu, Ege, Marmara ve hatta Trakya – Helen bölgelerine gitmeleri Selçuklulardan (1000’ler) çok çok daha önce gerçekleşmiştir. Ancak konumuz şimdi bu değil).
Türkmen boyları ve Kürd aşiretlerinin özellikle Toroslar ve Ege bölgesi boyunca aynı mıntıkalarda, hem de güç birliğiyle hareket etmiş olmaları bilinen hakikatlerdendir. Her iki toplum da Osmanlı idaresi ile defalarca karşı karşıya kalmışlardır. Özellikle Kürd aşiretlerinin başkaldırıları birçok kaynakta geçerken, sürgünlerden de kurtulamadıkları çeşitli ağıt ve efsanelere konu olmuştur. Bazen Kiziroğlu Mustafa Bey, bazen Dadaloğlu, bazen de Kozanoğlu Ahmed Bey destanları ile tarihe geçmişlerdir.
Tarihte Adana Vilayetinin sancaklarından biri olarak bilinen Kozan bölgesinin merkezi Sis’idi. Kürdler, Ermeniler ve Türkmenlerin yaşadığı dağlık bir coğrafya olarak bilinirdi. Batısında Konya Vilayeti, kuzeyinde Ankara ve Sivas Vilayetleri, doğusunda Halep vilayeti ve güneyinde de Cebel-Bereket sancağı ile komşu olan geniş bir coğrafyadan ibaretti.
Kozanoğlu aşiretinin 1500’lerden 1870’lere kadar bu bölgede en etkin otorite oldukları ve kendi beyleri idaresinde yüzyıllar boyu kendi kural ve kararları ile yaşadıkları Osmanlı tahrir kayıtlarında da sabittir. Bölge boyları, aşiretleri ve ahalisine dair onlarca yazılı belge, eser ve anlatım mevcuttur. Bazı boy ve aşiretler o kadar iç içe geçmişlerdir ki hangisinin hangi kökene ait olduğunu bilmek imkânsız olduğu gibi X için bir kaynak Y derken aynı Y için başka bir kaynak X diyebilmiştir. Biz yine de bazı kaynakları inceleyelim. Konuya dair eserlerden ilki olarak J. H. Skene’nin 1800’lerin ortalarında kaleme aldığı Anatol, yani Anadolu adlı eseri ile başlayalım.
İstanbul ve Halep’te Britanya konsolosluk yardımcılığı da yapmış olan James Henry Skene 1852’de Kozan’dan geçiyor. Londra’da (1853) yayımladığı ‘Anatol’ adlı kitap çalışmasında Kozan’dan ve Kozanoğlu aşiretinden de bahsediyor. Alparslan’ın Kapadokya’yı ele geçirdiği zaman savaşçılarından birinin adının Kossun olduğunu ve bu kişinin kendisine bağlı olanlar ile birlikte Toros sıradağları civarına yerleştiğini belirtiyor. Ne Cengiz Han’ın ne de Osmanlının onlara hükmedebildiğinin altını çiziyor. Ulaşılması imkânsız olan bu kayalık coğrafyada bağımsız bir şekilde hep var olduklarını ve Kossun’un neslinin zamanla Kozanoğulları olarak adlandırıldığını ve hatta topraklarının olduğu dağ kısmına da Kozan Dağı denildiğini yazıyor. Skene bu aşiretten Türkmen olarak bahsederken, aşiretin 50 sene önce Yozgatlı Çapanoğullarının binlerce kişi ile saldırısını Kozanoğlu aşiretinin sadece 18 kişi ile Kardukların kaya- yuvarlama ve uzun ok/yay tekniği ile püskürttüklerini paylaşıyor. Burada atıfta bulunduğu Karduklar, Milattan Önce 400’lerde Botan çayını geçmeye çalışan paralı Yunan askerlerini bozguna uğratan Kürdlerin ataları olan Karduklardır ki Ksenefon’un (MÖ. 431 – 354) ünlü eseri ‘Anabasis- On Binlerin Dönüşü’ adlı kitapta geçer.
1881 yılında Hachette Kütüphanesi tarafından Paris’te yayımlanmış olan Historie Universelle – Historie de L’Empire Ottoman adlı Osmanlı İmparatorluğu Tarihi adlı ansiklopedinin 17. sayfasında Kozan ile ilgili şu bilgiler verilmiştir:
‘Kozan- İskenderun Körfezi’nin kuzeybatısında, Anti-Toroslar‘da yer alan idari bir bölge olup, Adana Vilayetinin bir parçasıdır. Adını, Şah İsmail’e karşı gerçekleştirdiği üstün hizmetlerden dolayı kendisine I. Selim tarafından ödül de verilen Farsaklar (Varsaklar, BZ) Kürd aşiretinin reisinden alıyor. Dağlıların Babıali’nin boyunduruğundan tamamen kurtulmaları uzun sürmedi ve Aziz Paşa da onları yalnızca bir nevi teslimiyet durumuna ancak geri getirebildi. 1878’de isyan çıkarıp Zeytun’daki komşularının hareketiyle iş birliği yaptılar. Sayılarının 50.000 olduğu tahmin ediliyor; birkaç Türkmen ve Ermeni topluluk dışında tamamı Kürd’dür’.
Kilikya bölgesini ziyaret eden diğer ünlü bir araştırmacı ise Fransız arkeolog ve tarihçi Victor Langlois’dir. 1850’lerde bu coğrafyayı dolaşan Langlois, arkasında bıraktığı çok kıymetli eseri ‘Kilikya ve Toros Dağlarında seyahat- Voyage dans la Cilicie et dans les montagnes du Taurus (1861) adlı çalışmasında önemli bilgiler paylaşır.
Kilikya bölgesini anlatırken Türkmenleri (ki onlar için ‘asılları Tatar’dır’ diyor), Türkleri, Kürdleri ve Yörükleri ayrı gruplar olarak aktarır. ‘Kürdlerin ve Yörüklerin imrendikleri sürü ve hasatlarını onlardan koruyorlar’ diyor bir yerde.
Türkmenler için ‘15. yüzyılda bu bölgeye ilk istila ve akınlarını gerçekleştirdiler’ açıklamasını yaparken, atalarından olan ve o tarihlerden önce ta I. Murad zamanında, Karamanoğlu Ali Bey’in diğer bölgeleri ele geçirdiğini söylüyor. Türkmenlerin ve Yörüklerin toplam aşiret sayılarını 19 olarak yazan Langlois, bunlar arasında Kozanoğlu ve Varsak aşiretlerini de sayar.
Adana bölgesindeki dört büyük Kürd aşiretini Karalar – Lekler –Avşarlar – Karsanteli şeklinde sıralamıştır. Bu aşiretlerin çadır sayılarını da 5 000 olarak belirten Langlois, Kilikya bölgesinin çok farklı toplumlardan ve inançlardan oluştuğuna değinerek, nüfusunun 150 bin civarı olduğunu yazmıştır. Çalışmasında Avşar aşireti mensubu Kürd bir süvariyi tasvir eden bir de gravür paylaşmıştır.
Konuyla ilgili olarak tarihçi yazar ve aynı zamanda da bir akademisyen olan kıymetli Selim Temo’nun Horasan Kürtleri (Dara Yayınları, 2022, 5. baskı, sayfa 253) adlı kitap çalışmasındaki Avşar Kürdleri ve Langlois’in anlatımıyla ilgili olan kısmı da olduğu gibi paylaşayım:
‘Afşaranlû/Efşeranlû: Elî Rehmetî, bize, Horasan’da iki Afşar aşireti olduğunu, bunlardan birinin Asyatik özellikler gösterip Türkçe konuşan, diğerinin ise Aryen özellikler gösterip Kürtçe konuşan bir aşiret olduğunu aktarmıştır. 1850’li yıllarda Kilikya’da bulunan Victor Langlois’nın kaynakçada gösterilen kitabına yazılan imzasız önsözde, Langlois’nın seyahatini engelleyip kılavuzuna şiddet uygulayan Afşar aşiretine mensup Kürtler ile ilk kez Kilikya’daki Anazarbe kasabasında karşılaştığı belirtilmiştir. Langlois ise, Adana livasındaki Kürt aşiretleri ile nüfusları hakkında fikir verebilecek çadır sayılarını şöyle aktarmaktadır: Karalar (600), Lek (150), Afşar (3.000) ve Karsanteli (1.300). Yazar, Önasya’da birkaç bölgeye yayılan sayısız Afşar kabilesinin aşiretler içinde en korkunçları olduğunu ve dehşet uyandırdıklarını vurgular. “Afşar aşiretinden bir Kürt atlısı” alt yazısı ile bir resim kullanan yazar, ilerleyen kısımlarda da Kürt Afşarlar ifadesini kullanmaktadır.”
Kozan aşiretine dair Sayın Selim Temo ayrıca Dersim’de de o isimle bir aşiretin olduğunu tarafıma ileterek şu bilgileri paylaştı: ‘..halen Dersim aşiretlerinden birinin adı Kodan’dır. Bildiğiniz gibi d-z geçişleri çok sık rastlanan bir durumdur; derya-zerya, Dehak-Zehak vb. Şêx Dilo Belîncan’ın 1000 yılının başına tarihlenen iclas belgesinde Dersim’deki Kürt aşiretleri sayılırken “Kozan” aşiretinin adı anılır. Aynı aşiret olduklarını, zamanla d-z dönüşümü olduğunu düşünüyorum. Horasan Kürtleri’nde yazdığım gibi, Horasan’da Kodanlı adlı bir Kürt aşireti bulunmaktadır. Ne yazık ki hakkında çok az bilgi edinebildim ki şu birkaç cümleden oluşuyor: “Kodanlû: Şadî kollarından biri olmalıdır. Dersim Raporu’nda Mazgirt’te yaşayan Kodan aşiretinden söz edilmektedir. Şêx Dilo Belîncan’ın listesinde adları geçen Kozan aşiretinin alt kolu da olabilir.”
Avşar aşireti ve onların Kürd aşiretlerinden biri olduklarına dair başka bir anlatım da 1800’lerin başında yaşamış olan ve Kürd tarihi ve edebiyatına dair çalışmaları ile bilinen Mela Mehmudê Bazîdî’nin ‘Adat û Rusûmatnameê Ekradiye‘ (Dara Yayınları, 2019, sayfa 226, J. Dost derlemesi) adlı eserinde yer almaktadır. İran topraklarında yaşadıklarını ve onların Goran koçerlerinden olduklarını yazan Bazîdî, aşiretlerin isimlerini ‘Kurasîsî, Seravî, Xeîlî, Afşarî, Beyatî, Heyderî, Aladînî, Çobankarî ve bazı başkaları’ sıralayıp, bunların çoğunun Türkçe konuştuklarını belirterek ‘İran Kürdleri arasında olan adet gibi’ cümlesini de ekler.
Avşar aşiretinden bahsedince ‘Ferman padişahınsa dağlar bizimdir’ sözü ile bilinen Dadaloğlu’nun o meşhur dizelerini de paylaşmak lazım diye düşünüyorum:
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıcımız Kirmani
Taşı deler mızrağımızın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir
Dadaloğlu’m yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir
Britanyalı ünlü arkeolog ve tarihçi Frederick William Hasluk, 1922 yılında yayımladığı Küçük Asya’nın Heterodoks Aşiretleri (Heterodox Tribes of Asia minor) adlı kitabında Ege ve Akdeniz bölgelerindeki toplulukları ve inançlarını incelemiştir.
Bu çok geniş coğrafya boyunca yaşayan Yörük, Türkmen, Kürd, Tahtacı, Alevi, Kızılbaş, Bektaşi, Abdal, Zeybek ve diğer birçok tanımlama ile anılan toplulukları muazzam bir profesyonellikle ve bilimsel olarak analiz etmiştir. Yörükler olarak adlandırılan toplulukların değişik inanç, etnisite ve mezheplere mensup oldukları da belirtiliyor. Sünni Müslüman, Kızılbaş/Alevi, Pagan gibi. Ayrıca uğraşıları ve bulundukları mıntıka ile adlandırıldıkları da ki odun kesme/ormancılık ile uğraşan Yörüklere ‘Tahtacı’ dendiği de yazıyor.
Yörüklerin kendi aralarında da çok farklı Türkçe ağızlar kullandıklarını ve Azerbaycan ve de Çağatay Türkçesinin de kullanıldığını yazar. İzmirli ünlü bilim adamı Dr. Tsakyroglous’unun (Çakıroğlu) tecrübelerini referans alarak belli başlı Yörük aşiretlerini de gözlemleyen Hasluk, Dr. Tsakyroglous’un birebir muhatap olduğu aşiretlere atıfta bulunarak bu Yörükler arasında bazı aşiretlerin Kürdçe konuştuklarının ve Kürd olduklarının altını çizer.
Kızılbaş Kürd aşiretleri tanımlamasıyla Alevi Kürdlerine de değinen Hasluck, onlar için ‘Kürdçenin Zaza lehçesini konuşan Batı Kürdleri’ ibaresini kullanmaktadır.
1878 yılında Kozan’dan geçen seyyah yazar Henry C. Barkley, 1891 yılında yayımladığı ‘At sırtında Küçük Asya ve Ermenistan’da yolculuk- A ride through Asia Minor and Armenia’ adlı kitabında güzergahı boyunca karşılaştığı Müslüman ve Hristiyan ahalinin yaşamlarına, özelliklerine, gelenek ve göreneklerine değiniyor. Kozan’dan geçerken de yüzyıllardır oraya hâkim olan beylerinden bahsediyor. Bu etkin ve güçlü aşiret liderlerinin torunlarından olan Kozanlı Ahmed adlı bir Bey’in birkaç sene önce aşireti ile birlikte hükümete başkaldırdığını ve büyük sorunlar çıkarttıklarını anlatıyor.
Hükümetin Kozanlı Ahmed Bey ve Kürdlerinin üzerine düzenli askerlerden oluşan bir tabur göndermesi sonucu dağıldıklarını ve bu hadiseden sonra da Kozanlı Ahmed Bey’in paşalık statüsü ve emeklilik hakkı elde ettiğini aktarıyor.
‘Yalnız bu Bey ile hükümet arasında bir şartla anlaşma sağlanmışmış. O da Kozanlı Ahmed’in İstanbul’da kalması ve oradan ayrılmaması üzerineymiş. Fakat gel gör ki Kozanlı Ahmed Bey, bizim bu ziyaretimizden birkaç ay öncesinde gizlice bu dağlarına geri dönmüş, adamlarına çağrı yaparak ataları gibi bağımsız bir Bey olarak devam edeceğini bildirmiş. Kozanlı Ahmed’in bu şekilde karar kılmasında değişik nedenlerin olduğu söylenmekte.
İlki emekliliğinin sadece kâğıt üzerinde olduğu ve bir işe yaramadığı. İkincisi Bulgarların, Rusların ve İngilizlerin dahi, Türkiye’nin bu kargaşalı durumunda toprak ve imkân sahibi olurken, kendisinin iyi bir Müslüman olduğu halde hiçbir şey elde edememesi. Üçüncüsü ise onun hükümet tarafından siyasi bazı meseleleri sonlandırması amaçlı kargaşa çıkarması için gönderildiğiydi. Nedenleri ne olursa olsun dönüşü sonrasında yaklaşık bir ay boyunca buralarda kargaşa ölüm soygun vesaire eksik olmamış ve hükümet tekrardan askerlerini göndermiş. Adamları karın güneş önünde erimesi gibi ortadan kaybolunca, o da teslim olmuş ve padişahın tekrardan huzuruna çıkmak için İstanbul’un yolunu tutmuş. Geçen seferki gibi kârlı çıkacağını düşünen bu Bey’in beklentisi bu sefer boşa çıkmış. Zira önce zindana atılmış sonra da Tunus’a sürgüne gönderilmiş. Biz bu ülkeye ilk geldiğimizde herkes onun hakkında konuşuyordu ve her geçtiğimiz şehirde olaylar ile ilgili yeni bir versiyon duyuyorduk.
Görüştüğümüz her bir memur bu hadisenin gerçekliğini onaylıyor ve iki bin ile yirmi bin arasında dağlının bu başkaldırıda yer aldıklarını anlatıyordu ki anlatanın isteğine göre rakamlar ve hadisenin büyüklüğü de artıyordu. Başkaldırıyı anlatan bu resmi yetkililer, tüm yaşananların üstesinden sadece kendilerinin geldiklerini ve görevlerine sadık kalarak ülkenin en azılı düşmanını kendilerinin yakaladıklarını anlatıyorlardı. Bu olaylarla ilgileri olmayan kişiler ise anlatılanların abartıldığını, bir kaşık suda fırtına koparıldığını, paşalar ve generallerin sırf terfi ve ödül almak için böyle yaptıklarını; Kozanlı Ahmed Bey’in öyle bir emelinin olmadığını ve kesinlikle beş yüzden fazla adamının onunla hareket etmediğini ve de üstelik adamlarının silah ve cephanelerinin de olmadığını anlattılar. Ben şahsen anlatılanların bu ikincisine inanıyorum. Çünkü Dum Dağı civarında karşılaştığımız köylülerin olaylara dair anlattıkları ve verdikleri sayılar da o yöndeydi ki bu insanların gerçekleri söylemekle ellerinde ne kaybedecek ne de kazanacak bir şeyleri vardı’
Kozan bölgesi ve ahalisine dair başka detaylı bir anlatım da Fransız araştırmacı yazar Vital Cuinet’in 1889 yılında hazırladığı ve 1894 yılında yayımladığı Osmanlı Vilayetleri çalışmasının Adana Vilayeti Kozan Sancağı Kazaları bölümünde yer almaktadır.
Tüm Osmanlı vilayetlerini her yönüyle kapsayan bu rapor, ‘La Turquie D’Asie Geographie Administrative, Statistique, Descriptive Et Raisonnee de Chaque Province de L’Asie-Mineure’ adlı yayım ve iki cilt olarak basılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyo-ekonomisi üzerine uzman olan Cuinet, Osmanlı’nın Duyun-u Umumiye Meclis İdaresinde yer almış ve imparatorluğun sosyo-ekonomik envanterinin oluşturulması hususunda ekibiyle birlikte muazzam bir çalışma ortaya koymuştur.
Sis kazasına dair anlatımda Kürd ve Türkmen aşiretlerinden ortak bir isim olarak Yörük diye bahsediliyor ve Yörük isminin ‘Yürü-yen’ kelimesi kökenli olduğu belirtiliyor:‘Sis’ten Adana’ya gitmek için Yörük diye bilinen Türk ve Kürd aşiretlerinin konumlandığı uzun ve kurak bir vadiden geçmek gerekir. Yörük ‘Yürüyen’ demek ki göçebe anlamına gelir’.
Vital, raporunun Adana Vilayeti anlatımının başında, vilayet dahilinde yaşayan tüm topluluklara ve onların inançlarına, dillerine ibadethanelerine okullarına ve hem inançsal hem de kutsal kabul ettikleri mekanlarına dair verileri de paylaşmıştır. Vilayette yaşayan Kürdler ve Türkmenler ile ilgili şu bilgileri vermiştir:
‘Kürdler ve Türkmenler — Hemen hemen her zaman karıştırdığımız bu iki kavim aslında ahlak ve gelenek bakımından oldukça benzerdir. Ama kökenleri çok farklıdır. Kürdler, bildiğimiz gibi, Kürdistan’ın yerlileri olan ve prensipte bugün İran’a ait olan toprakların büyük bir kısmına kadar uzanan topraklarda yaşamış Kardukların soyundan gelmektedir. Turkomanlar, daha doğrusu Türkmenler ise Selçuklu Türkleri ve Osmanlı Türkleri gibi fetih ruhu taşımasalar da farklı zamanlarda Türkistan’dan gelmiş saf ırk Türklerdir.
Her halükârda, şu anda bu iki kavim isteyerek karışmakta ve kendi aralarında göçebe kabileler oluşturmaktadır. Bunların başlıcaları çevre bölgelerde yaygın olan Berbes-Aşireti, Türkmen-Sırkıntılı, Cerid Kurd, Karsant Aşireti, Menemenci Aşireti’dir. Adana’nın Cebel-i Bereket ve Kozan sancaklarında çadırlarda yaşıyorlar.
Kürdlerin yazın dağlara sürdükleri, kışın ise ovalara getirdikleri devasa sürüleri bulunmakta. Bu aşiretler 20 yıl öncesine kadar da hâlâ bağımsızdı ve Bey unvanına sahip olan liderleri dışında hiçbir otoriteyi tanımıyorlardı. Onları özellikle etkileyen 1865 kolera salgını oldu ki, bu durum onları önemli ölçüde zayıflatmış. Hükümet bu durumdan yararlanarak onları itaate indirgemiş ve sabit bir yere konumlandırmıştır. Ancak direnişle de karşılaştı. Beylerinin en güçlüleri Kozanoğlu ve Küçük Alioğlu uzun bir süre boyun eğmeyi reddettiler ve Adana vilayetinin o zamanki genel valisi olan Cevdet Paşa tarafından oluşturulan düzenli birlikler üzerlerine gönderildi. Uzun süren direniş artık devam edemeyince iki lider yakalanıp sürgüne gönderildiler. Her ne kadar Kürdleri sabit meskenlere bağlamak için onlara evler ve atları için ahırlar inşa edilse de bu Kürd aşiretleri o tarihten bu yana ortak hukuka tabi kalarak göçebe yaşamlarını sürdürdüler ve her şeye rağmen kendi dokudukları keçeden yapılmış çadırlarda uyumaya devam ettiler.
Kürdler ayrıca genellikle pek rağbet görmeyen kilimler de dokuyorlar’
‘Adana’nın kuzeyindeki ova’
– Adana, Türkmen ve Kürd aşiretlerinin kış aylarında konakladığı geniş bir ovanın merkezinde yer alıyor’ – Langlois, 1853
Kozanlı aşiretlerin başkaldırıları ve sürgünleri ile direk alakalı oldukları açısından iki ayrı arşivi, daha doğrusu belgeyi de paylaşmakta fayda görüyorum.
Kürd tarihçi ve araştırmacı yazar Celîlê Celîl’in Rus arşivlerinden bulup çıkarttığı iki adet yazışma bulunmaktadır. Yazışmalar, 1880’lerde Kozan Beyi Süleyman’ın Rusya’nın İstanbul Başkonsolosluğuna gönderdiği bir mektup ve bu mektuba istinaden Rus Dış İlişkilerinin Başkonsolosluktan bilgi talep etmesi hakkındadır.
Bu belgeler Celîlê Celîl’in kaleme aldığı ve 2007 yılında yayımlanan ‘Kürt Halk Tarihinden 13 İlginç Yaprak (Evrensel Basım Yayın) adlı kitabının 5. Anlatımında yer almaktadır.
Belgeleri oldukları gibi paylaşıyorum.
Kozanoğlu Süleyman Bey’in dilekçesi: (Günümüz Türkçesi ile)
Kozan yöresinin Kürdistan sınırları dahilinde olduğunu ve buraların 1130 (1710) yılından beri Kürd aşiretlerin, atalarımın hükümdarlığında olduğunu herkes bilir. Atalarım 1870 yılına kadar buralarda hüküm sürüyordu. Topladıkları vergileri halkın ekonomisine, barışa ve adalete harcıyorlardı. 400 bin kişi Osmanlı’ya askerlik yapmaz, vergi ve haraç ödemezdi.
Bu durum Mahmut Han Osmanlı tahtına oturuncaya kadar sürdü. Mahmut Han Kürtd beyleriyle vardığı anlaşma sonucu bu yörelerin otonom durumunu değiştirdi. Yeni duruma göre beyleri kendisine bağladı. Dış düşmanlarla çıkabilecek savaşlar için Kürdler 25 bin asker yollayacaktı. Büyüklerim Osmanlı ile olan sorunlarını barışçıl yollardan çözmek istedikleri için, bu karara karşı çıkmadı. Ama pratikte kararı uygulamadılar. Onlara çok ağır geliyordu. Ama Türkler bu kararları uygulamak için zora başvurup askeri sefer düzenlediler. Allah’ın inayeti sayesinde Türkler bu savaştan hayır görmediler. Bundan dolayı yöre halkının Osmanlılarla hukuku 1870 öncesine döndü.
Bu durum Sultan Mecid’in tahta geçmesine kadar sürdü. Bu kez Türk devleti atalarımı, itaat edip etmeyeceklerini açıkça söylemeye zorladı. Uzun görüşmeler sonucu “evet” kararı çıktı. Olumlu bir karar vermelerinin sebebi savaş istememeleriydi. Türk askerlerince köklerinin kazınmasındansa onlara boyun etmeyi tercih ettiler. Bunun üzerine, savaş döneminde Kozan Kürdlerinin savaş meydanına 25 bin asker yollayacağına dair anlaşmayı hayata geçirdiler. Atalarım bu kez de büyük bir beladan kurtuldu.
Sultan Mecid’in ölümünden sonra tahta Sultan Aziz geçti. Sultan Aziz daha ağır şartlar dayattı. Askerler yeni savaş taktik ve tekniklerini öğrenip düzenli orduya geçsinler diye babama yeni bir takrir yolladı. Babamdan her yaz 2500 askeri, yaz eğitimi için askeri kamplara yollamasını emretti. Babam bunu özgürlüğüne müdahale kabul etti. Belki rahatımız tümden elden gitmeyecekti ama ekonomik yön de dahil olmak üzere birçok açıdan toplumun rahatı kaçacaktı. Bu nedenle babam karara karşı çıktı. Sultan, babamı dost olarak görüyordu, kararı geri çekti. Bu kez de badireyi atlatmıştık.
Sultan Aziz döneminde babamın Konstantinopolis elçisi, Reşit Bey adında bir zattı. Elçimiz Sultan Murat döneminden önce o vazifeyi yürütüyordu. Sultan Aziz tahttan indirilip yerine Murat geçirilince, babam bu hareketi onaylamadı ve temsilcisini Kozan’a çağırdı. Ama Murat Avrupa ülkeleri tarafından tanınınca Reşit Bey tekrar Konstantinopolis’e gitti.
Reşit Bey Konstantinopolis’e dönerken, gemide bir Rusya elçilik görevlisi ile tanıştı. O şahıs Reşit Bey’i konsolosluğa davet etmiş. Reşit Bey daveti kabul etmiş. Reşit Bey konsolosluğu ziyarete gittiğinde, o şahıs Rus-Osmanlı ilişkilerinden ve yakında çıkabilecek bir Osmanlı-Rus Savaşı’ndan söz etmiş. Çıkacak bu savaşta eğer Kozan Beyi Osmanlı ordusuna asker yollamayıp Rusya’yı desteklerse, beylik payesinin sürekli onda kalacağını söylemiş.
Babam Reşit Bey’in kriptolu mektubunun şifrelerini çözüp dikkatlice okuduktan sonra, temsilcisi aracılığıyla bu istekleri şerefle kabul edeceğini bildirdi.
Ama bu görüşmelerden birkaç gün sonra, Reşit Bey Sultan’a güven mektubunu sunmak üzere Osmanlı sarayına gitti ve bir daha dönmedi. Belgeleriyle birlikte kendisi de sır olup gitti. Bu olaydan sonra Reşit Bey’in hizmetçisi Nuri Efendi kaçmayı başarıp Kozan’a geldi. İpler iyice koptuktan sonra Rusya ilişkilerini askıya aldı ve konsolosu Konstantinopolis’i terk etti.
Babam savaşa asker yollamamakla kalmayıp Kars, Tokat, Sivas ve Erzurum’un bağlantı yollarını da kesti. Rus askerleri gelmeden önce, bizim askerler Sivas-Tokat yolunu kesip savaşarak Osmanlıların gidişini geciktirdiler.
İshak Paşa Sarayı ve Kürd Süvariler, 1877 – The Illustrated London News Gazetesi
Kontrolümüzde bulundurduğumuz saha çok, asker sayımız azdı; bu nedenle Osmanlı ordusunu durdurmamız imkânsızdı.
Osmanlılar menzile varmadan önce, Ruslar iki kez Ermeni Hacı Çerikoğlu aracılığıyla bize silah ulaştırdı. Birinci kez 7000, ikinci kez 9 bin tüfek ulaştırıldı bize. Hemen askerlerimize dağıttık onları. Sonra aynı şahsın aracılığıyla üçüncü kez bize silah yollandığını, ama Osmanlıların eline geçtiğini duyduk.
Osmanlıların savaş alanına geçmesini önleyemedik ama, var gücümüzle savaştık. Rusya’ya dostluğumuzu göstermek için askerlerimiz cansiperane çarpıştılar. Tüm bu olanlardan sonra Rusya’nın bizden yardımını esirgemeyeceğine inanıyorum.
Savaş sona erdiğinde, Ruslar Osmanlılarla anlaşma imzalarken, Rusya’nın bir isteği de Osmanlıların siyasi suça karışmış herkese genel af çıkarmasıydı. Tabii savaşta Rusya’yı destekleyen Osmanlı tebaasına ait kişilerin affı da buna dahildi. Affı istenen ailelerin içinde bizim aile de vardı. Osmanlılar bu isteğe kâğıt üzerinde hayır demediler; ama fiiliyatta herkes biliyor ki bize düşmanlık gösterip diş bilediler. Gün geçtikçe bize karşı tavırları sertleşti. Bizden intikam almak için bahane arıyorlardı. En sonunda babam, Sultan’dan bir mektup aldı. Mektupta yeni bir anlaşma için babam başkente davet ediliyordu. Babam önceleri, Osmanlı’ya güvenilemeyeceğini söyleyip gitmedi. Daha sonra Rusya’nın desteği ile çıkan affa güvenip küçük oğlu (kardeşim) Ali Bey’i yerine vekil tayin ederek büyük oğlu ve kırk silahlı adamıyla İstanbul’un yolunu tuttu.
Sultan ve vezirler babamı izzet ve ikramla ağırladı. Babam uzun süre kalmasına rağmen müzakere ve yapılacak anlaşmadan söz edilmeyince, kendisinin buraya yiyip içmek için çağırıldığını anlayıp Kozan’a dönmek için izin istedi. “Kalmak ve gitmek konusunda serbest olduğunu, ama bir anlaşma için tüm Kozanoğlu beylerinin hazır olması gerektiğini” söylediler. Böyle olmazsa imzalanacak belgelerin kanuni olmayacağını eklediler. “İşimizin çabuk ve düzenli bitmesini istiyorsak geri kalan aile fertlerini de buraya getirtmemiz gerektiğini” bildirdiler.
Babam Osmanlıların sözüne kanıp çocuklar hariç, tüm aile fertlerini İstanbul’a çağırttı. Ama anlaşmayı imzalayacaklarına, gün geçtikçe babamın değerini düşürmeye başladılar. Ailenin tüm fertleri İstanbul’a varınca sarayın yolunu tuttuk. Ama daha saraya varmamıştık ki askerler etrafımızı sardı. “Şimdiye dek Kozan Beyliği payesi size aitti. Bundan sonra bu işten, yani beylikten el çektiğinizi yazılı belgeyle kabul edip şu an yerinize vekâlet eden oğlunuza, Kozan ve civarının yönetimini Hüseyin Paşa’ya devrettiğinizi yazılı olarak bildirmeniz gerekir,” dediler.
Bu ültimatomdan sonra, babamın beylikten el çektirildiğine dair bir belge uzattılar babama. Babam bu belgeleri imzalamak zorunda kaldı. Bu belgeleri daha sonra Kozan’da babama vekâlet eden kardeşimin de onaylaması için oraya yollayacaklardı. Babam belgeyi imzaladıktan sonra askerler çekildi; babam ve yanındaki heyeti serbest bıraktılar.
Bu vakadan sonra Hüseyin Paşa, Kozan valisi olmak üzere yola çıktı. Kozan’da kalan tüm aile fertlerimizi, küçük büyük kim varsa hepsini İstanbul’a yolladı. Uzun bir süre İstanbul’da perişan halde bekledik. Nihayet 15 Kasım günü, Sultan’ın yaveri gelip hepimizi toplayıp Dolmabahçe önlerine götürdü. Elindeki isim listesini “Mahmut” gemisinin kaptanına verdi. Kaptan bizi gemiye bindirip Marmara’ya dümen kırdı. Biz sürgün edilmeden birkaç gün önce babam Rusya başkonsolosu ile görüşmek için Osmanlılardan izin istemişti. Onun bu isteğini yerine getirmediler. Ama sürgün olacağımız Afrika’nın Tripola’sına hareket etmeden iki gün önce babam Rusya Konsolosluğu’na olanlar hakkında bilgi ulaştırmayı başarabildi. Ama ne yazık ki yanıt alma fırsatımız olmadı.
Tripol’a ulaştıktan sonra bizi birkaç gruba ayırıp her grubu çok uzak yerlere yolladılar. Biz babamla Tripol’da kaldık.
Devlet burada yaşamımızı sürdürebilmemiz için 9000 pensya ayırdı. Önceleri bize iki üç aylık maaşımızı peşin ödüyorlardı. Ekonomik durumumuz çok kötüleşti. Babam ağır bir hastalık geçirdi. Aylığımızı düzenli vermeleri için amcam Kozanoğlu Mustafa, vali ile görüştü. Vali çare bulmayınca amcam direkt Sultan’a telgraf çekti; ama bir yanıt alamadı. Bu duruma dayanamayan amcam Rusya Krallığı’ndan yardım istemek maksadıyla bir mektup yazdı. Ama mektubuna el kondu. Demek ki böyle bir bahane bekliyorlarmış ki kısa bir süre sonra amcam faili meçhul bir şekilde öldürüldü.
Amcamın kaderi bizi derinden etkiledi. Nasıl hareket edeceğimizi, ne yapacağımızı bilemedik, şaşırıp kaldık. Yaşamımızı sürdürebilmemiz için her şeye rağmen dayanıklı olmamız gerektiğine kanaat getirdik. Ailemizin bu feci durumdan kurtulabilmesi için babam beni Rusya’dan yardım talep etmek üzere Petersburg’a göndermeye karar verdi.
Bir gece, Tripol’da altı aydır gözetim altında tutulduğumuz evden gizlice çıkıp Fransız Konsolosluğu’na gittim. Başımızdan geçenleri baştan sona anlattım. Tedavi görmek üzere beni Paris’e yollaması için yardım talebinde bulundum. Daha sonra Tripol Limanı’na demir atmış bir Fransız gemisine saklandım.
Beni yolcu etmeye gelen hizmetçilerimiz tutuklandı, ama Fransız Konsolosluğu’nun yardımları sayesinde saklanabildim. Malta’ya ulaştıktan sonra epey sorunlar yaşadım ama Rusya Konsolosluğu’nun çabalarıyla bir İngiliz gemisine binip Yunanistan’a ulaşabildim. Orada bir tanıdığımın yardımıyla Georgi Georgopulo ismiyle buraya ulaşabildim. Hava değişimi sonucu çok feci hastalandım. Size buraya babamın düşüncelerini aktarmaya geldim. Son savaşta, Rusya’nın uğrunda, malımızdan mülkümüzden olduğumuzu, bundan sonra da sizin için kellemizi vermeye hazır olduğumuzu bildirmeye geldim. Ne kadar zor durumda olduğumuzu ve bu durumdan kurtulup ülkemize geri dönebilmemiz için desteğinize muhtaç olduğumuzu bilmenizi isterim.
– Kulunuz Kozanoğlu Süleyman 10 Eylül 1305
Rusya Dış İlişkiler görevlisinin İstanbul Rusya Başkonsolosu
A. l. Nelidov’a, Kozanoğlu Süleyman’ın dilekçesi hakkında yazdığı mektup:
Sevgili Aleksandır İvanoviç Hazretleri
Geçenlerde Yunanistan uyruğuna ait pasaportuyla S. Petersburg’a gelip bize başvuran Georgi Georgopulo adlı yabancı; yazdığı dilekçede Kozan Kürd hanedanı soyundan olduğunu ve babası Muhammed Kozanoğlu Bey’in, Osmanlılarla olan son savaşımızda, bizi desteklediğini ve büyük hizmetlerde bulunduğunu, bundan dolayı da tüm ailesinin Tripol’a sürgün edildiğini beyan etmekte, yoğun uğraşılarının sonunda sahte pasaportla Rusya’ya kaçabildiğini söylemektedir. Süleyman Bey; babasının içinde bulunduğu kötü durumdan, sürgünden kurtulup yurduna ve topraklarına kavuşabilmesi için “Yüce Kapıdan” (hazineden) yardım dileğini iletiyor. S. Petersburg’a kadar gelip bizden yardım bekleyen Kozanoğlu Süleyman hakkında elimizde hiçbir bilgi yoktur. Acaba gerçekten de babası ve tüm Kozan Kürdleri devletimize destek sundular mı, bunu bilemiyoruz. Süleyman Bey’in dilekçesinde belirttiği tüm sorulara yanıt olabilmesi için İmparatorluğun sefaretinde bulunan ilgili tüm belge ve bilgileri bize göndermenizi önemle rica ederim (size dilekçesinin bir kopyasını da yolluyorum). Eğer söz ettiği her şey doğru ise, sorunun çözümü için hazine ne yapabilir, nasıl yardımcı olabilir, Kozanoğlu Muhammed ve ailesinin sorunlarını nasıl hafifletebiliriz; bu konuyla ilgili çözüm önerilerinizi de yazmanızı rica ediyorum. Bu konuda Kafkasya temsilciliğimizden de bilgi istediğimi size söylemeliyim.
Bilgilendirmenizi rica ediyor, bu vesile ile tekrar saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
16 Aralık 1888 Ν.256
Kozan ahalisi ve Kozanoğulları aşiretine dair çok daha fazla arşiv, belge ve seyyah anlatımı bulunmaktadır. Ancak hepsini bu tür bir makalede ele almak imkânsız olduğundan, çalışmamı burada noktalıyor ve cennet mekân Şerefxanê Bedlîsî’nin Şerefname (1597) adlı eserinde yer alan bu dizeleri ile sonlandırıyorum.
’Birinin gemisi kendi kaçınılmaz tufanıyla battığında,
Kaderin karşıdan gelen pençesi suyun içindeki yüzücünün elini kırar’
Baran Zeydanlıoğlu, 18 Ocak 2024
Bitlisname kaynak gösterilmeden yayınlanamaz