Bitlisli Yusuf Ziya, Bitlis Mebusu, akabinde 1925 Yılında Şeyh Said Hadisesi döneminde idam edilen Kürt entellektüellerinden biridir. Aşağıda 1919 yılında Jin dergisine gönderdiği bir mektup bulunmaktadır. bu mektupta Amerikan Başkanı Wilsona bir telgraf çektiği ve bunun daha sonra yayınlanacağı yazılmaktadır.

Yusuf Ziya Beg “Jin”e gönderdiği bu mektubunda Bitlisin kendine özgü Kürtlüğü ve 1914 Bitlis İsyanı’na dair değerlendirmede bulunur;

“Evet, milliyetlerine aşırı ölçüde bağlılık ve özellikle de özgürlük duygusu, Bitlis’in, bugün sefalet içinde bulunan ve düşük düzeyli bir yaşam yaşayan bu yıkılmış yurt topraklarının insanları için evvel-âhir kıvanç ve övünç kaynağıdır. Önderlik şerefi daha başka Kürd hanedanlarına ait olsa bile, Kürdlüğün tarihsel kürsüsünde Bitlislilerin baş tarafa yakın seçkin ve onurlu bir yerinin bulunduğu da inkâr edilmese gerektir. Geçmiş olaylar, Bitlislilerde yakıcı bir idealin varlığını inkâr değil, ispat eder.

Eski diktatörlüğe karşı ayaklananlar Bitlislilerdir; dünkü kanlı, katil diktatörlere karşı şikâyet ve yakınma bayrağını kaldırarak ulu büyüklerini kurban verenler yine Bitlislilerdir. 29 Nisan poyrazının darağaçlarında sağa sola salladığı Kürd büyüklerinin mübarek cesetleri, Bitlis ve çevresinin temiz alnına bir varlık damgası, bir yaşam ve bir beka(1274) hakkı beratı nakşetmiştir.”

BİR MEKTUP

Bitlisli Yusuf Ziya

Çok eski bir tarihle Bitlis’ten aldığımız bir mektubu aşağıda aynen yayınlıyoruz. Mektupta, Sayın Wilson’a çekildiğinden sözedilen telgrafı ise, dergimize girecek yazı ve şiirlerin çokluğu dolayısıyle ancak daha sonra yayınlayabileceğiz.

Ulusumun öksüzlüğüne ağladığım bir anda “Jîn” beni buldu.”Jîn”e, tanımlayamayacağım ölçüde minnettarım. Benden O’na çok selâm ve saygı.Kürdlük, kendi varlığını, o koca varlığını anlayıp kavrıyor; “Jîn” gibi bir müjdecisi de vardır. Ne var ki varlığını anlayıp kavrayan Kürdlük, acaba varlıkta direncini de gösterecek mi? Ben, ulusların yaşamını, kül ile örtülmüş bir ateş parçasına benzetirim. Kimi zaman bir sert rüzgâr, kimi zaman da bir zafer esintisi, onun üstünü geçici olarak kapatan örtüyü atabilir. Fakat açılan yüzünü yabancılardan korumak, koruyucularının direnç ve sağlamlığına, özellikle de sabır ve dayanıklılığına bağlıdır. Tarih, bize birçok örnek bırakmıştır. Ancak biz, halkların yaşamının gidiş ve seyrini tarihin o eski-püskü, o karanlık sayfaları arasından öğrenecek değiliz; gözümüzün önünde olup biten olayları ve bu arada çırpınan, alçalan, yükselen, düşen, kalkan ulusları inceleyecek, ibret almaya çalışacağız. Benim bildiğime göre, bizim için hareket noktası budur. Bu yol bizi, sosyal kader tapınağına yöneltir.(1269)

“Jîn” iyi bir tutum izliyor. O’nun düşüncesinin amacı, ulusunu uyandırmak, bilim ve kültürle donatmak, saygıdeğer Yazı Kurulunun dediği gibi uluslar topluluğu alanına bir elinde tarih, öbür elinde de ulusal sözlük bulunduğu halde sokmaktır. İşte bu, hareketin temel noktası ve ağırlık merkezidir. Yalnız bu, “Jîn”in görevidir. Kürd’ün büyük düşünürlerine, ulu şeyhlerine düşen görevler ise daha başka, daha ayrıntılı ve geniş kapsamlıdır. Haddim değil ama, rica yolu ile, “üzerlerine görev düşen bu her iki zümrenin her ne şekilde olursa olsun çalışmalarını birleştirmeleri şarttır” diyeceğim. Yoksa, bir yenilik eskilik kavgası, ümit binasının yıkılmasına neden olur.

Mektup burada başlıyor.

“Sosyal kader tapınağından maksat, öyle anlaşılıyor ki, ulusların kaderini ve geleceğini etkileyip biçimlendiren sosyal olaylardır. Yazar bu olayların ve gelişmelerin incelenmesi gerektiğini belirtmiş olabilir. “Hareketin temel noktası ve ağırlık merkezi” sözleri, Arapça bir deyim olup Osmanlıcaya da geçen ve Türkçede tek sözcükle karşılığı bulunmayan “üssül-esas in karşılığı olarak kullanılmıştır.

“Jîn” Yazı Kurulu benden daha iyi bilir ki, istisnalar bir yana, çoğunluk, dinsel bir tören yapmayı “Jîn”in iniltilerine tercih eder. Görüşümü bundan daha fazla açıklamayacağım. Kürdlüğün ulusal hareketinin, varlığının bilincine varmasının hiç bir milleti inciteceğine ihtimal vermiyorum. Ve ümit ederim ki Kürdlerdeki inanç, varlıklarının bilincine varmakla daha çok bağlılık duygusu, kardeşlik duygusu doğuracaktır. Kuşkusuz ki bilerek sevgi ve itaat, kargaşalı bağlılıktan daha iyidir. Şiddet birlik sağlamaz, daha çok soğukluk getirir.

Kıvanç ve sevinçle görüyorum ki “Jîn”in saygıdeğer Yazı Kurulu içinde Bitlis’in, bu talihsiz ilin yetiştirdiği feyizli ve aydın beyinler de vardır. Evet, milliyetlerine aşırı ölçüde bağlılık ve özellikle de özgürlük duygusu, Bitlis’in, bugün sefalet içinde bulunan ve düşük düzeyli bir yaşam yaşayan bu yıkılmış yurt topraklarının insanları için evvel-âhir kıvanç ve övünç kaynağıdır. Önderlik şerefi daha başka Kürd hanedanlarına ait olsa bile, Kürdlüğün tarihsel kürsüsünde Bitlislilerin baş tarafa yakın seçkin ve onurlu bir yerinin bulunduğu da inkâr edilmese gerektir. Geçmiş olaylar, Bitlislilerde yakıcı bir idealin varlığını inkâr değil, ispat eder.

Eski diktatörlüğe karşı ayaklananlar Bitlislilerdir; dünkü kanlı, katil diktatörlere karşı şikâyet ve yakınma bayrağını kaldırarak ulu büyüklerini kurban verenler yine Bitlislilerdir. 29 Nisan poyrazının darağaçlarında sağa sola salladığı Kürd büyüklerinin mübarek cesetleri, Bitlis ve çevresinin temiz alnına bir varlık damgası, bir yaşam ve bir beka(1274) hakkı beratı nakşetmiştir. İttihatçı hainlerin o dikta liderlerinin dediği ve hâlâ kimi basın yapraklarının şuna buna övünç dayanağı olacak biçimde sayfa ve satırlarını doldurduğu o olaylar, hâşâ yüce Halifeliğe karşı bir başkaldırma, bir gericilik değildi; o, İttihad ve Terakkî’nin zulüm ve diktatörlüğünü, kanlı ellerini kırmak için girişilen bir hareketti. O hareketin uğradığı akıbet ve gördüğü karşılık, İttihatçıların bilanço defterine kanlı satırlar ve sayfalarla işlenmeye değer. Bu cümledeki “evvel-âhir”, iki Arapça sözcükten oluşup Osmanlıcaya da geçen bir deyimdir ve “eskiden de, sonra da”, “önceleri de, sonraları da” anlamına gelmektedir. Türkçede tam karşılığı bulunmadığı için biz deyimi burada aynen kullandık. 0, öyle bir zulüm ile karşılaşmıştı ki o zulüm, sadece Mustafa Abdulhâhk’ların ikbal sandalyesini yükseltmeyi amaçlıyordu. Bu konunun burada yeri yoktur. Bunun için yazdığım yazıları, olayın örtündüğü perdeyi yırtıp atacak gerçekleri, kanıtlayıcı kanıtlarıyle birlikte daha sonra yazar, teşhir ederim.

Geçen gün, gerekli makamların aracılığıyle Wilson’a yazılan telgrafın kopyasını sunuyorum.

Kalıcı sıcak ve içten saygılarımın kabulünü rica ile, bütün saygıdeğer Yazı Kurulunuzu ve girişimcilerinizi selâmlarım efendim.

Bitlis, 21 Mart 335(1919)

Bitlis Kürdlerinden

Y. Ziya

Kaynak: Jin Dergisi, tercüme ve yayımlayan: M. Emin Bozarslan.

Koçzade Yusuf Ziya Bey (1882, Bitlis – 14 Nisan 1925, Bitlis), Bitlisli, Birinci Meclis’in Kürt temsilcilerindendir.[1] Koçzade Hacı Ömer Suat Ağa’nın oğlu olarak Bitlis’te dünyaya geldi. Bitlis Sultanisi’nden mezun olduktan sonra ticarete başladı. Bir süre Maarif Müdürlüğü’nde Başkâtiplik yaptıktan sonra siyasete girdi. Kürt Teali Cemiyeti’nde çalıştı.[2] Büyük Millet Meclis için yapılan seçimi kazanıp Bitlis milletvekili olarak 16 Ağustos 1920 tarihinde meclise katıldı. 25 Kasım 1920 tarihinde Kastamonu İstiklâl Mahkemesi üyeliğine seçildi. Müdafaa-i Hukuk Grubunun kurulmasından sonra İkinci Grupta yer aldı. İkinci grubun Saltanat’ın Kaldırılması’na karşı çıkan fikirlerini meclis konuşmalarında savundu. Lozan Barış Konferansı ile ilgili olarak Musul Eyaleti’nin, Güney Kürdistan’ın parçalanması ve Irak’ta İngiliz Manda rejimine terk edilmesine şiddetle karşı çıkan konuşmalar yapmıştır.[3]

Kürt mebusları ve ileri gelen siyasi liderleri “Milli Meclise” hakim olan Türkçülüğe dramatik bir şekilde şahit olduktan sonra Kürt İstiklal ve özgürlüğü için yeni çalışma ve örgütlenme faaliyetleri başlatırlar. Yusuf Ziya Beg bu faaliyetlerin önde gelen liderlerinden biri olur Azadi, cemiyetine, varlıklı ve bölgede sözü geçen şahsiyetlerin ve Nakşibendi Şeyhi olan Şeyh Said’in de katılmasını sağlayan kişilerden biri Yusuf Ziya Beg’dir.

Şeyh Said, “Cibranlı Halit, Yusuf Ziya ve Azadi Cemiyeti’nin “bölgede yaptıklarının Ankara’da duyulmasını engelliyordu.”[[4]

Azadi Cemiyeti’inin askeri ve siyasi üyelerinden olan bölük komutanı Bitlisli İhsan Nuri Paşa, Vanlı Rasim, Tevfik Cemal ve Teğmen Ali Rıza Nasturi isyanını’nı bastırmakla görevlendirilmişlerdi. İsyanı bastırmakla görevli Azadi Cemiyeti’nin üyeleri, Yusuf Ziya Beg’den kendilerine gönderilen şifreli talgrafı yanlış anlayınca 4 Eylül 1924 tarihinde kendilerine katılan 250-300 asker ile birlikte isyancılara katıldılar.[5]

Mustafa Kemal’in 1924 Erzurum ve Kars’ı ziyareti sırasında Varto’da oturan Hormek Aşiretinden ileri gelenler, Cibranlı Halid, Yusuf Ziya Beg ve Azadi Cemiyeti’nin gizli propagandaları ve planları hakkında kendisine bilgi verdi.[6] Mustafa Kemal Cibranlı Halid’ın yakalanması konusunda yetkilileri uyardı. Erzurum’a gelmiş olan Yusuf Ziya Bey de tutuklandı ve Bitlis Harp Divanı’na sevk edildi. Yusuf Ziya Bey Azad Cemiyeti ile yeni siyasi bir Kürt faaliyeti içinde olduğunu açıkca kabul etti.. Cibranlı Halid ve Musa Beyler ile birlikte yargılandı ve mahkûm edildi. “Hıyanet-i Vataniye Kanunu” gereğince verilen karar sonucu Şeyh Said İsyanı’nın (Genç Hadisesi olarak adı geçen) bastılmasından bir gün önce 14 Nisan 1925 saat 5.30’da Bitlis’te gCibranlı Halid Bey, Teğmen Ali Rıza Bey, damadı Faik Bey ile Molla Abdurrahman ile birlikte kurşuna dizildi.[7]]

1. Türkiye Cumhuriyetinde İç Ayaklanmalar Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Ankara 1972

2. Göktaş, Hıdır (1991). “s.53”. Kürtler, İsyan-Tenkil. İstanbul: Alan.

3. Baybars a.g.e. s 223

4. Baybars a.g.e. s 223

5. Baybars a.g.e. s 223.

6. Baybars a.g.e. s 223.

7. Mehmet Nuri Dersimi, Dersim Tarihi, Eylem Yayınevi, İstanbul, s. 153, Uğur Mumcu, Kürt – İslam Ayaklanması 1919-1925, Tekin Yayınları, İstanbul, 1991, s.102, 204. Dersimi’ye göre 15 Nisan 1925.

Yaşar Abdülselamoğlu / Sosyolog